28 Ağustos 2015 Cuma

Türkiye’nin Suriye sınırında yaşanan sıcak gelişmeler ve Türkiye’nin Yürüttüğü Sınır Güvenliği Politikası

Soğuk Savaş sonrası uluslararası sistemde devletler arasındaki çatışma dinamikleri hala varlığını sürdürmekle beraber özellikle Orta Doğu’da risklerin ve güvenlik sorunlarının niteliği büyük ölçüde değişmiştir. Arap Baharı’ndan sonra artık Orta Doğu’da güvenlik sorunları temelde devletlerin kendi bünyesindeki toplumlar arasında ortaya çıkmaktadır.Yani güvenlik kavramsal olarak devlet düzeyinden toplum düzeyine inmiştir. Çünkü bölgedeki farklı kesimler etnik, mezhepsel, dini vb. farklılıklarını birbirleri için bir tehdit olarak algılamaya başlamışlar ve birbirlerine karşı verdikleri mücadeleyi bir var oluş meselesi haline getirmişlerdir. Ülke içi savaşların ortaya çıkmasında bir diğer önemli faktör de dış aktörlerin bu ülkelerdeki belirli gruplar üzerinden vekaleten savaşlar yürütmeleridir. Üçüncü bir etken olarak da bölgede artan terörizm gösterilebilir. Tabiki küresel sermayenin iç savaşlardan sağladığı devasa kazançları da unutmamak gerekir. Bu noktada günümüzde savaşların niteliklerinin de değiştiğini söylemek mümkün. Artık günümüzde savaşlar vekaleten savaş ve asimetrik savaş gibi alışılmamış versiyonlarda karşımıza çıkmaktadır. Günümüzde Suriye’de yaşanan kanlı savaşları da bu türden bir güvenlik krizi olarak anlamlandırmak mümkündür.

Türkiye’nin güneyde oldukça uzun bir sınır hattına sahip olduğu Suriye’de dört yılı aşkın bir süredir yaşanan iç savaşın Türkiye dış ve iç politikasını köklü şekilde değiştiren etkileri olmuştur. Suriye’de iç savaş bittikten sonra kurulacak düzen Türkiye açısından hayati öneme sahiptir. Yeni kurulacak düzende Türkiye ile sıcak ilişkiler kurabilecek ya da en azından aleyhinde hareket etmeyecek bir yönetimin iktidara gelmesi Türkiye’nin uzun vadeli hedeflerinden biri gibi gözüküyor. Bununla birlikte devam etmekte olan Suriye iç savaşı Türkiye için hayati derecede önemli bir sınır güvenliği problemini de beraberinde getirmiştir. Ki, bu güvenlik krizinde Türkiye kendisi için tehdit olarak gördüğü birden fazla grupla mücadele etmek durumunda kalmıştır.

Suriye iç savaşı için ortaya tek ve kesin bir denklem koymak mümkün değildir. Bu denklem Suriye’de bölgesel düzeyde farklılıklar göstermekle beraber, farklı dönemlerde farklı biçimlerde de şekillenebilmektedir. Çünkü sahadaki PYD , IŞİD gibi terör örgütleri hatta ABD gibi küresel güçler dahi ilkesel politikalar takip etmekten ziyade pragmatik hareket etmektedirler. Anti emperyalist söylemlerle varlığını temellendiren PKK’nın son dönemde ABD’yi kendisine hamis edinmesi bu gerçeğin en çarpıcı göstergelerinden biridir. Gerektiğinde terörle mücadele söylemini ve algısını kendi çıkarları için gayet güzel kullanan ABD ve diğer büyük devletler de gerektiğinde terörist örgütlerle çıkar temelli işbirliği ilişkisi içine pekala girebilmektedirler.

Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyinde IŞİD ve PYD gibi aktörlerle sınırdaş hale gelmesi, bu aktörler arasında süregelen çatışmalar, Suriye’de devam eden iç savaş ve bunun bi sonucu olan göçmen akımı Türkiye’nin sınır güvenliği endişelerini artırmıştır.

Türkiye’nin Sınır Güvenliği Siyaseti Çerçevesinde PYD/YPG
PKK’nın ve PKK’nın Suriye’deki yapılanması olan PYD/YPG’nin bölgedeki krizden faydalanarak tüm Orta Doğu’yu kana bulayacak ve Türkiye’nin toprak bütünlüğünü ihlal edecek tehlikeli hedeflerini gerçekleştirme peşinde olduğunu görmekteyiz. Bu doğrultuda PYD, ABD ile birlikte Türkiye’nin aleyhine olan bir işbirliği içine girmiştir. Türkiye’nin ise PYD’nin bu yayılmacı politikasını engellemek için sahada muhaliflerle işbirliği yaptığını görmekteyiz. Bu noktada muhalifler PYD’nin genişlemesini önleyerek Türkiye’ye destek verirken, Türkiye’de Esed rejimine karşı pek çok yönden muhaliflere destek vermektedir. PYD ile birlikte Esed Rejiminin takip ettiği politika da tamamen Türkiye karşıtlığı çerçevesinde kurgulanmıştır ve Türkiye’nin aleyhine olacak etkiler yaratmaktadır. Bu iki aktörün ortak düşmana karşı bir ittifak içine girdiğini söylemek de mümkündür. Esed rejimi, Türkiye’nin kendisi ile aynı safda yer alan Suriye’li muhaliflere yönelik verdiği askeri, lojistik ve siyasi desteği engellemek için PYD’nin Suriye’nin kuzeyinde konuşlanarak bu iki aktör arasında bir set oluşturması projesini devreye sokmuştur. Benzer şekilde Obama yönetimi de bölünmüş bir Suriye senaryosunu kaçınılmaz olarak görmekte ve PYD’nin bu bölgede özerk bir yönetim kurmasını kendisi açısından bir tehdit olarak algılamamaktadır.

Türkiye Işid’e yönelik operasyonlarının yanında Irak’ın kuzeyindeki PKK kamplarını da bombalıyor. Şüphesiz bu operasyonlar PKK’nın Suriye kolu olan PYD’nin de güç kaybetmesi anlamına geliyor. Şunu da belirtmek gerekir ki PYD askeri komuta-kontrol, askeri yeterlilik ve insan kaynağı açısından elinde tuttuğu geniş alanları savunabilecek bir güce sahip değil. Yani ABD’nin desteği ile dahi olsa Fırat’ın batı yakasına geçip Akdeniz’e ulaşma hedefini gerçekleştirmesi oldukça zor gözüküyor. Yine PYD’nin ülkedeki faklı kürt gruplara uyguladığı baskı politikasından dolayı farklı kürt grupları PYD’ye karşı bir muhalefet oluşturmuş durumdalar.


Sınır güvenliği ve ulusal güvenlik politikaları çerçevesinde Türkiye’nin IŞİD’le yürüttüğü mücadele:

Türkiye’nin sınır güvenliği açısından tehdit oluşturan ikinci önemli aktör de IŞİD’dir. IŞİD’i pek çok ülke ve grupla istihbarat bağı olan ve pek çok aktörün kendi çıkarları doğrultusunda kullanabileceği taşeron bir örgüt olarak görmek lazım. Dolayısı ile IŞİD İran ve Suriye gibi ülkelerin bölgeye vermek istedikleri dizayn doğrultusunda kullandıkları bir maşadan başka bir şey değildir. Oluşturulan algının tersine İslam’la, İslam dininde geçerliliği olan cihad kavramı ile de bir alakası yoktur. Pek çok devlet ve grup IŞİD’le mücadele algısı oluşturarak kendilerine meşruiyet sağlamaktadır. Ayrıca uluslararası kamuoyunda IŞİD’in birincil ve asıl tehdit olarak ön plana çıkması da diğer terörist devlet ve grupların hukuksuzluk ve zulümlerinin üstünü örtmektedir.

Türkiye ise IŞİD’i kuruluşundan hemen sonra terör örgütleri listesine alan ve başından beri bu örgüte karşı mücadele veren ve uluslararası toplumu da bu mücadeleye davet eden bir devlettir. Türkiye’nin IŞİD’in PYD ile olan savaşından dolayı IŞİD’e destek verdiği iddiaları da safsatadan başka birşey değildir. IŞİD’in bölgede en çok Türkiye ve muhaliflere zarar verdiği herkesin malumudur. Türkiye’nin IŞİD’e yönelik mücadelesinin Kilis’te bir askerimizin şehit edilmesi ile başladığını öne sürmek oldukça yanlıştır. Türkiye’nin IŞİD’le mücadelesinin üç ana aşamadan oluştuğunu söyleyebiliriz. Mücadele sistematik olarak IŞİD’in terör örgütleri listesine alınmasından hemen sonra başlamıştır. Mücadelenin bu ilk aşaması şüphelilerin takibi, sınırda önlemler alınması ve yabancı savaşçıların sınır dışı edilmesi gibi zeminlerde gerçekleşmiştir.  Niğde saldırısı ile birlikte de ikinci aşamaya geçildi. Bu aşamada baskınlar ve tutuklamalar yapılmaya başlandı. Üçüncü ve şu anda da içinde olduğumuz aşama ise DAİŞ’in askerimizi şehit etmesi ile başladı ve hala kararlılıkla sürdürülmekte. Uzun sürecek bu aşamada Türkiye DAİŞ 'in Türkiye sınırındaki varlığını tamamen yok etmeyi hedeflemektedir. Sınır dışı operasyonlar ne yazık ki ülke içindeki terör faaliyetlerinin artmasına sebep olmakta ve Türkiye çok ağır bedeller ödemektedir. Terör faaliyetlerinin önünün alınması için de sınır dışı operasyonlar ülke içindeki operasyonlarla eşgüdümlü sürdürülmektedir.


Türkiye’nin Yürüttüğü Sınır Güvenliği Siyasetindeki Değişim:

Suriye’deki iç savaşın, sürecin başlangıcından çok daha farklı bir boyuta taşınması, tehditlerin çeşitlenmesi ve var olan tehditlerin de derinliklerinin artması Türkiye'nin sınır güvenliği yaklaşımında ve uygulamalarında köklü bir değişime sebep oldu. Çünkü, IŞİD ve PYD/YPG’nin sınır hattında artan etkinlikleri Türkiye’nin güvenlik kaygılarını artırdı. Örneğin Türkiye zamanında kuvvetle savunduğu açık kapı politikasını değiştirmke zorunda kalmıştır. Bu değişimin nedeni Türkiye’nin artık sığınmacıları kaldıracak kapasitesinin kalmamasının yanında, Suriye kaynaklı güvenlik kaygılarının en üst düzeye çıkmasıdır.

Türkiye’nin Arap Baharı öncesindeki sınır güvenliği yaklaşımının aksine son yıllarda sert güvenlik tedbirlerinin alındığı bir sınır güvenliği yaklaşımına hızlı bir geçiş gerçekleşti. Bir diğer deyişle Türkiye Suriye kaynaklı güvenlik risklerini ve endişelerini ortadan kaldırabilmek için Sıfır Sorun Politikası yerine Sıfır Tolerans politikası izlemek mecburiyetinde kaldı.

Değerlendirmeler:
Türkiye yeni benimsediği ve sertleşen sınır güvenliği politikası askeri/fiziki ve siyasi olmak üzere iki farklı alanda planlandı ve uygulamaya geçirildi. Bu farklı iki alanda oldukça fazla ve kapsamlı tedbirler alındı. Ancak Türkiye’nin sınır güvenliğini tam manasıyla sağlayabilmesi için bu iki alandaki tedbirler yeterli değildir. Suriye sınırının coğrafi yapısı ve sınırın karşısında bizim güvenlik endişlerimizi artırıcı faaliyetlerde bulunan aktörlerin varlığı nedeni ile Türkiye tek başına alacağı bu tedbirlerle sınır güvenliğimizi ancak belli bir yere kadar koruyabilir. Türkiye’nin güvenliğinin tam olarak sağlanması için Suriye’de kapsamlı ve sürdürülebilir bir düzenin kurulması şarttır. Bu durumun farkında olan Türkiye güvenli bölge, uçuşa yasak bölge gibi daha kapsamlı çözüm önerileri üretmektedir. Ancak Türkiye’nin içinde bulunduğu IŞİD’e karşı koalisyonun liderliğini yapan ABD ile Türkiye’nin Suriye’deki öncelik ve çıkarları farklı. Türkiye sorunun kökeninde Esed rejiminin olduğunu düşünmekte. Ancak ABD bir takım çekinceleri nedeni ile rejime direct karşıt bir politika takip etmiyor. Aslında ABD’nin Suriye’de bir denge politikası takip etiğini söylemek mümkün. Bu durum Obama yönetiminin çekingen ve sorumluluk almak istemeyen dış politikası ile açıklanabileceği gibi, İran ile başlayan nükleer müzakereler sürecinde İran kaynaklı bir takım çekincelerin de Suriye politikasını şekillendirdiğine yönelik görüşler bulunmaktadır. Suruç katliamı ile başlayan yeni süreçde Türkiye ve ABD’nin IŞİD’e karşı verilen mücadelede daha sıkı bir işbirliğine gittiğini görmekteyiz. Ancak bu yakınlaşma teknik ve taktik düzeyde kalacağa benziyor. Çünkü Obama yönetimi sadece DAEŞ’i yok etme derdinde. Suriye için kapsamlı bir strateji üretebilmiş değil. Yine PYD konusunda da Türkiye’ye bir garanti vermiş değil. Dolayısı ile Türkiye ve ABD’nin Suriye konusunda ortak bir noktada buluşmaları şu an için pek mümkün görünmüyor. Dolayısı ile Türkiye’nin sürekli ABD ile önceliklerinin farklı olduğu bilinci ile stratejilerini belirlemesinde yarar var.önceliklerinin farklı olduğu bilinci ile stratejilerini belirlemesinde yarar var.









KAYNAKÇA
1)Öztürk, Bilgehan, Türkiye’nin Suriye Sınır Güvenliği Politikası, 23 Ağustos 2015
2)SETA Uzmanları, 'Güvenli Bölge' Ne Kadar Güvenilir?, 15 Ağustos 2015
3)Duran, Burhanettin, "Orantılı Yanıt Verin" Ne Demek?, 7 Ağustos 2015
4)Ulutaş, Ufuk, Esed, İran ve Rusya DAEŞ’i, Amerika PKK’yı Kullandı, 28 Temmuz 2015
5)Üstün Kadir, Türk-Amerikan İlişkilerinde PYD ve Suriye, 12 Temmuz 2015
6)Ulutaş, Ufuk, Türkiye ve ABD’nin Suriye’de Frekans Farklılıkları, 10 Temmuz 2015
7)Acun, Can, Kuzey Suriye’de PYD Kuşağı, 5 Temmuz 2015
8)Acun, Can, PYD'nin İhtiras ve Zaafları, 4 Temmuz 2015
9) Yeşiltaş, Murat, İç Savaşa Komşu Olmak: Türkiye'nin Suriye Sınır Güvenliği Siyaseti, 13 Ağustos 2015



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder