Türkiye’nin
Suriye sınırında yaşanan sıcak gelişmeler ve Türkiye’nin Yürüttüğü Sınır
Güvenliği Politikası
Soğuk Savaş sonrası uluslararası sistemde
devletler arasındaki çatışma dinamikleri hala varlığını sürdürmekle beraber
özellikle Orta Doğu’da risklerin ve güvenlik sorunlarının niteliği büyük ölçüde
değişmiştir. Arap Baharı’ndan sonra artık Orta Doğu’da güvenlik sorunları
temelde devletlerin kendi bünyesindeki toplumlar arasında ortaya çıkmaktadır.Yani
güvenlik kavramsal olarak devlet düzeyinden toplum düzeyine inmiştir. Çünkü
bölgedeki farklı kesimler etnik, mezhepsel, dini vb. farklılıklarını birbirleri
için bir tehdit olarak algılamaya başlamışlar ve birbirlerine karşı verdikleri
mücadeleyi bir var oluş meselesi haline getirmişlerdir. Ülke içi savaşların
ortaya çıkmasında bir diğer önemli faktör de dış aktörlerin bu ülkelerdeki
belirli gruplar üzerinden vekaleten savaşlar yürütmeleridir. Üçüncü bir etken
olarak da bölgede artan terörizm gösterilebilir. Tabiki küresel sermayenin iç savaşlardan sağladığı devasa kazançları da unutmamak gerekir. Bu noktada günümüzde
savaşların niteliklerinin de değiştiğini söylemek mümkün. Artık günümüzde
savaşlar vekaleten savaş ve asimetrik savaş gibi alışılmamış versiyonlarda
karşımıza çıkmaktadır. Günümüzde Suriye’de yaşanan kanlı savaşları da bu türden
bir güvenlik krizi olarak anlamlandırmak mümkündür.
Türkiye’nin güneyde oldukça uzun bir sınır
hattına sahip olduğu Suriye’de dört yılı aşkın bir süredir yaşanan iç savaşın
Türkiye dış ve iç politikasını köklü şekilde değiştiren etkileri olmuştur.
Suriye’de iç savaş bittikten sonra kurulacak düzen Türkiye açısından hayati
öneme sahiptir. Yeni kurulacak düzende Türkiye ile sıcak ilişkiler kurabilecek ya
da en azından aleyhinde hareket etmeyecek bir yönetimin iktidara gelmesi
Türkiye’nin uzun vadeli hedeflerinden biri gibi gözüküyor. Bununla birlikte
devam etmekte olan Suriye iç savaşı Türkiye için hayati derecede önemli bir
sınır güvenliği problemini de beraberinde getirmiştir. Ki, bu güvenlik krizinde
Türkiye kendisi için tehdit olarak gördüğü birden fazla grupla mücadele etmek
durumunda kalmıştır.
Suriye iç savaşı için ortaya tek ve kesin
bir denklem koymak mümkün değildir. Bu denklem Suriye’de bölgesel düzeyde farklılıklar
göstermekle beraber, farklı dönemlerde farklı biçimlerde de
şekillenebilmektedir. Çünkü sahadaki PYD , IŞİD gibi terör örgütleri hatta ABD
gibi küresel güçler dahi ilkesel politikalar takip etmekten ziyade pragmatik
hareket etmektedirler. Anti emperyalist söylemlerle varlığını temellendiren
PKK’nın son dönemde ABD’yi kendisine hamis edinmesi bu gerçeğin en çarpıcı
göstergelerinden biridir. Gerektiğinde terörle mücadele söylemini ve algısını
kendi çıkarları için gayet güzel kullanan ABD ve diğer büyük devletler de
gerektiğinde terörist örgütlerle çıkar temelli işbirliği ilişkisi içine pekala
girebilmektedirler.
Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyinde IŞİD ve
PYD gibi aktörlerle sınırdaş hale gelmesi, bu aktörler arasında süregelen
çatışmalar, Suriye’de devam eden iç savaş ve bunun bi sonucu olan göçmen akımı
Türkiye’nin sınır güvenliği endişelerini artırmıştır.
Türkiye’nin Sınır Güvenliği Siyaseti Çerçevesinde
PYD/YPG
PKK’nın ve PKK’nın Suriye’deki yapılanması
olan PYD/YPG’nin bölgedeki krizden faydalanarak tüm Orta Doğu’yu kana bulayacak
ve Türkiye’nin toprak bütünlüğünü ihlal edecek tehlikeli hedeflerini
gerçekleştirme peşinde olduğunu görmekteyiz. Bu doğrultuda PYD, ABD ile
birlikte Türkiye’nin aleyhine olan bir işbirliği içine girmiştir. Türkiye’nin
ise PYD’nin bu yayılmacı politikasını engellemek için sahada muhaliflerle
işbirliği yaptığını görmekteyiz. Bu noktada muhalifler PYD’nin genişlemesini
önleyerek Türkiye’ye destek verirken, Türkiye’de Esed rejimine karşı pek çok
yönden muhaliflere destek vermektedir. PYD ile birlikte Esed Rejiminin takip
ettiği politika da tamamen Türkiye karşıtlığı çerçevesinde kurgulanmıştır ve
Türkiye’nin aleyhine olacak etkiler yaratmaktadır. Bu iki aktörün ortak düşmana
karşı bir ittifak içine girdiğini söylemek de mümkündür. Esed rejimi,
Türkiye’nin kendisi ile aynı safda yer alan Suriye’li muhaliflere yönelik
verdiği askeri, lojistik ve siyasi desteği engellemek için PYD’nin Suriye’nin
kuzeyinde konuşlanarak bu iki aktör arasında bir set oluşturması projesini
devreye sokmuştur. Benzer şekilde Obama yönetimi de bölünmüş bir Suriye
senaryosunu kaçınılmaz olarak görmekte ve PYD’nin bu bölgede özerk bir yönetim
kurmasını kendisi açısından bir tehdit olarak algılamamaktadır.
Türkiye Işid’e yönelik operasyonlarının
yanında Irak’ın kuzeyindeki PKK kamplarını da bombalıyor. Şüphesiz bu
operasyonlar PKK’nın Suriye kolu olan PYD’nin de güç kaybetmesi anlamına geliyor.
Şunu da belirtmek gerekir ki PYD askeri komuta-kontrol, askeri yeterlilik ve
insan kaynağı açısından elinde tuttuğu geniş alanları savunabilecek bir güce
sahip değil. Yani ABD’nin desteği ile dahi olsa Fırat’ın batı yakasına geçip
Akdeniz’e ulaşma hedefini gerçekleştirmesi oldukça zor gözüküyor. Yine PYD’nin
ülkedeki faklı kürt gruplara uyguladığı baskı politikasından dolayı farklı kürt
grupları PYD’ye karşı bir muhalefet oluşturmuş durumdalar.
Sınır güvenliği ve ulusal güvenlik
politikaları çerçevesinde Türkiye’nin IŞİD’le yürüttüğü mücadele:
Türkiye’nin sınır güvenliği açısından
tehdit oluşturan ikinci önemli aktör de IŞİD’dir. IŞİD’i pek çok ülke ve grupla
istihbarat bağı olan ve pek çok aktörün kendi çıkarları doğrultusunda
kullanabileceği taşeron bir örgüt olarak görmek lazım. Dolayısı ile IŞİD İran
ve Suriye gibi ülkelerin bölgeye vermek istedikleri dizayn doğrultusunda
kullandıkları bir maşadan başka bir şey değildir. Oluşturulan algının tersine
İslam’la, İslam dininde geçerliliği olan cihad kavramı ile de bir alakası
yoktur. Pek çok devlet ve grup IŞİD’le mücadele algısı oluşturarak kendilerine
meşruiyet sağlamaktadır. Ayrıca uluslararası kamuoyunda IŞİD’in birincil ve
asıl tehdit olarak ön plana çıkması da diğer terörist devlet ve grupların hukuksuzluk
ve zulümlerinin üstünü örtmektedir.
Türkiye ise IŞİD’i kuruluşundan hemen sonra
terör örgütleri listesine alan ve başından beri bu örgüte karşı mücadele veren
ve uluslararası toplumu da bu mücadeleye davet eden bir devlettir. Türkiye’nin
IŞİD’in PYD ile olan savaşından dolayı IŞİD’e destek verdiği iddiaları da
safsatadan başka birşey değildir. IŞİD’in bölgede en çok Türkiye ve muhaliflere
zarar verdiği herkesin malumudur. Türkiye’nin IŞİD’e yönelik mücadelesinin Kilis’te
bir askerimizin şehit edilmesi ile başladığını öne sürmek oldukça yanlıştır.
Türkiye’nin IŞİD’le mücadelesinin üç ana aşamadan oluştuğunu söyleyebiliriz. Mücadele
sistematik olarak IŞİD’in terör örgütleri listesine alınmasından hemen sonra
başlamıştır. Mücadelenin bu ilk aşaması şüphelilerin takibi, sınırda önlemler
alınması ve yabancı savaşçıların sınır dışı edilmesi gibi zeminlerde
gerçekleşmiştir. Niğde saldırısı ile
birlikte de ikinci aşamaya geçildi. Bu aşamada baskınlar ve tutuklamalar
yapılmaya başlandı. Üçüncü ve şu anda da içinde olduğumuz aşama ise DAİŞ’in
askerimizi şehit etmesi ile başladı ve hala kararlılıkla sürdürülmekte. Uzun
sürecek bu aşamada Türkiye DAİŞ 'in Türkiye sınırındaki varlığını tamamen yok
etmeyi hedeflemektedir. Sınır dışı operasyonlar ne yazık ki ülke içindeki terör
faaliyetlerinin artmasına sebep olmakta ve Türkiye çok ağır bedeller
ödemektedir. Terör faaliyetlerinin önünün alınması için de sınır dışı
operasyonlar ülke içindeki operasyonlarla eşgüdümlü sürdürülmektedir.
Türkiye’nin Yürüttüğü Sınır Güvenliği
Siyasetindeki Değişim:
Suriye’deki iç savaşın, sürecin
başlangıcından çok daha farklı bir boyuta taşınması, tehditlerin çeşitlenmesi
ve var olan tehditlerin de derinliklerinin artması Türkiye'nin sınır güvenliği
yaklaşımında ve uygulamalarında köklü bir değişime sebep oldu. Çünkü, IŞİD ve
PYD/YPG’nin sınır hattında artan etkinlikleri Türkiye’nin güvenlik kaygılarını
artırdı. Örneğin Türkiye zamanında kuvvetle savunduğu açık kapı politikasını
değiştirmke zorunda kalmıştır. Bu değişimin nedeni Türkiye’nin artık
sığınmacıları kaldıracak kapasitesinin kalmamasının yanında, Suriye kaynaklı
güvenlik kaygılarının en üst düzeye çıkmasıdır.
Türkiye’nin Arap Baharı öncesindeki sınır
güvenliği yaklaşımının aksine son yıllarda sert güvenlik tedbirlerinin alındığı
bir sınır güvenliği yaklaşımına hızlı bir geçiş gerçekleşti. Bir diğer deyişle
Türkiye Suriye kaynaklı güvenlik risklerini ve endişelerini ortadan
kaldırabilmek için Sıfır Sorun Politikası yerine Sıfır Tolerans politikası
izlemek mecburiyetinde kaldı.
Değerlendirmeler:
Türkiye yeni benimsediği ve sertleşen sınır
güvenliği politikası askeri/fiziki ve siyasi olmak üzere iki farklı alanda
planlandı ve uygulamaya geçirildi. Bu farklı iki alanda oldukça fazla ve kapsamlı
tedbirler alındı. Ancak Türkiye’nin sınır güvenliğini tam manasıyla
sağlayabilmesi için bu iki alandaki tedbirler yeterli değildir. Suriye
sınırının coğrafi yapısı ve sınırın karşısında bizim güvenlik endişlerimizi
artırıcı faaliyetlerde bulunan aktörlerin varlığı nedeni ile Türkiye tek başına
alacağı bu tedbirlerle sınır güvenliğimizi ancak belli bir yere kadar
koruyabilir. Türkiye’nin güvenliğinin tam olarak sağlanması için Suriye’de
kapsamlı ve sürdürülebilir bir düzenin kurulması şarttır. Bu durumun farkında
olan Türkiye güvenli bölge, uçuşa yasak bölge gibi daha kapsamlı çözüm
önerileri üretmektedir. Ancak Türkiye’nin içinde bulunduğu IŞİD’e karşı
koalisyonun liderliğini yapan ABD ile Türkiye’nin Suriye’deki öncelik ve
çıkarları farklı. Türkiye sorunun kökeninde Esed rejiminin olduğunu düşünmekte.
Ancak ABD bir takım çekinceleri nedeni ile rejime direct karşıt bir politika
takip etmiyor. Aslında ABD’nin Suriye’de bir denge politikası takip etiğini
söylemek mümkün. Bu durum Obama yönetiminin çekingen ve sorumluluk almak istemeyen
dış politikası ile açıklanabileceği gibi, İran ile başlayan nükleer müzakereler
sürecinde İran kaynaklı bir takım çekincelerin de Suriye politikasını
şekillendirdiğine yönelik görüşler bulunmaktadır. Suruç katliamı ile başlayan
yeni süreçde Türkiye ve ABD’nin IŞİD’e karşı verilen mücadelede daha sıkı bir
işbirliğine gittiğini görmekteyiz. Ancak bu yakınlaşma teknik ve taktik düzeyde
kalacağa benziyor. Çünkü Obama yönetimi sadece DAEŞ’i yok etme derdinde. Suriye
için kapsamlı bir strateji üretebilmiş değil. Yine PYD konusunda da Türkiye’ye
bir garanti vermiş değil. Dolayısı ile Türkiye ve ABD’nin Suriye konusunda
ortak bir noktada buluşmaları şu an için pek mümkün görünmüyor. Dolayısı ile
Türkiye’nin sürekli ABD ile önceliklerinin farklı olduğu bilinci ile stratejilerini
belirlemesinde yarar var.önceliklerinin farklı olduğu bilinci ile
stratejilerini belirlemesinde yarar var.
KAYNAKÇA
1)Öztürk,
Bilgehan, Türkiye’nin Suriye Sınır Güvenliği Politikası, 23 Ağustos 2015
2)SETA Uzmanları,
'Güvenli Bölge' Ne Kadar Güvenilir?, 15 Ağustos 2015
3)Duran,
Burhanettin, "Orantılı Yanıt Verin" Ne Demek?, 7 Ağustos 2015
4)Ulutaş, Ufuk,
Esed, İran ve Rusya DAEŞ’i, Amerika PKK’yı Kullandı, 28 Temmuz 2015
5)Üstün Kadir, Türk-Amerikan
İlişkilerinde PYD ve Suriye, 12 Temmuz 2015
6)Ulutaş, Ufuk,
Türkiye ve ABD’nin Suriye’de Frekans Farklılıkları, 10 Temmuz 2015
7)Acun, Can, Kuzey
Suriye’de PYD Kuşağı, 5 Temmuz 2015
8)Acun, Can,
PYD'nin İhtiras ve Zaafları, 4 Temmuz 2015
9) Yeşiltaş,
Murat, İç Savaşa Komşu Olmak: Türkiye'nin Suriye Sınır Güvenliği Siyaseti, 13
Ağustos 2015