28 Ağustos 2015 Cuma

Türkiye’nin Suriye sınırında yaşanan sıcak gelişmeler ve Türkiye’nin Yürüttüğü Sınır Güvenliği Politikası

Soğuk Savaş sonrası uluslararası sistemde devletler arasındaki çatışma dinamikleri hala varlığını sürdürmekle beraber özellikle Orta Doğu’da risklerin ve güvenlik sorunlarının niteliği büyük ölçüde değişmiştir. Arap Baharı’ndan sonra artık Orta Doğu’da güvenlik sorunları temelde devletlerin kendi bünyesindeki toplumlar arasında ortaya çıkmaktadır.Yani güvenlik kavramsal olarak devlet düzeyinden toplum düzeyine inmiştir. Çünkü bölgedeki farklı kesimler etnik, mezhepsel, dini vb. farklılıklarını birbirleri için bir tehdit olarak algılamaya başlamışlar ve birbirlerine karşı verdikleri mücadeleyi bir var oluş meselesi haline getirmişlerdir. Ülke içi savaşların ortaya çıkmasında bir diğer önemli faktör de dış aktörlerin bu ülkelerdeki belirli gruplar üzerinden vekaleten savaşlar yürütmeleridir. Üçüncü bir etken olarak da bölgede artan terörizm gösterilebilir. Tabiki küresel sermayenin iç savaşlardan sağladığı devasa kazançları da unutmamak gerekir. Bu noktada günümüzde savaşların niteliklerinin de değiştiğini söylemek mümkün. Artık günümüzde savaşlar vekaleten savaş ve asimetrik savaş gibi alışılmamış versiyonlarda karşımıza çıkmaktadır. Günümüzde Suriye’de yaşanan kanlı savaşları da bu türden bir güvenlik krizi olarak anlamlandırmak mümkündür.

Türkiye’nin güneyde oldukça uzun bir sınır hattına sahip olduğu Suriye’de dört yılı aşkın bir süredir yaşanan iç savaşın Türkiye dış ve iç politikasını köklü şekilde değiştiren etkileri olmuştur. Suriye’de iç savaş bittikten sonra kurulacak düzen Türkiye açısından hayati öneme sahiptir. Yeni kurulacak düzende Türkiye ile sıcak ilişkiler kurabilecek ya da en azından aleyhinde hareket etmeyecek bir yönetimin iktidara gelmesi Türkiye’nin uzun vadeli hedeflerinden biri gibi gözüküyor. Bununla birlikte devam etmekte olan Suriye iç savaşı Türkiye için hayati derecede önemli bir sınır güvenliği problemini de beraberinde getirmiştir. Ki, bu güvenlik krizinde Türkiye kendisi için tehdit olarak gördüğü birden fazla grupla mücadele etmek durumunda kalmıştır.

Suriye iç savaşı için ortaya tek ve kesin bir denklem koymak mümkün değildir. Bu denklem Suriye’de bölgesel düzeyde farklılıklar göstermekle beraber, farklı dönemlerde farklı biçimlerde de şekillenebilmektedir. Çünkü sahadaki PYD , IŞİD gibi terör örgütleri hatta ABD gibi küresel güçler dahi ilkesel politikalar takip etmekten ziyade pragmatik hareket etmektedirler. Anti emperyalist söylemlerle varlığını temellendiren PKK’nın son dönemde ABD’yi kendisine hamis edinmesi bu gerçeğin en çarpıcı göstergelerinden biridir. Gerektiğinde terörle mücadele söylemini ve algısını kendi çıkarları için gayet güzel kullanan ABD ve diğer büyük devletler de gerektiğinde terörist örgütlerle çıkar temelli işbirliği ilişkisi içine pekala girebilmektedirler.

Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyinde IŞİD ve PYD gibi aktörlerle sınırdaş hale gelmesi, bu aktörler arasında süregelen çatışmalar, Suriye’de devam eden iç savaş ve bunun bi sonucu olan göçmen akımı Türkiye’nin sınır güvenliği endişelerini artırmıştır.

Türkiye’nin Sınır Güvenliği Siyaseti Çerçevesinde PYD/YPG
PKK’nın ve PKK’nın Suriye’deki yapılanması olan PYD/YPG’nin bölgedeki krizden faydalanarak tüm Orta Doğu’yu kana bulayacak ve Türkiye’nin toprak bütünlüğünü ihlal edecek tehlikeli hedeflerini gerçekleştirme peşinde olduğunu görmekteyiz. Bu doğrultuda PYD, ABD ile birlikte Türkiye’nin aleyhine olan bir işbirliği içine girmiştir. Türkiye’nin ise PYD’nin bu yayılmacı politikasını engellemek için sahada muhaliflerle işbirliği yaptığını görmekteyiz. Bu noktada muhalifler PYD’nin genişlemesini önleyerek Türkiye’ye destek verirken, Türkiye’de Esed rejimine karşı pek çok yönden muhaliflere destek vermektedir. PYD ile birlikte Esed Rejiminin takip ettiği politika da tamamen Türkiye karşıtlığı çerçevesinde kurgulanmıştır ve Türkiye’nin aleyhine olacak etkiler yaratmaktadır. Bu iki aktörün ortak düşmana karşı bir ittifak içine girdiğini söylemek de mümkündür. Esed rejimi, Türkiye’nin kendisi ile aynı safda yer alan Suriye’li muhaliflere yönelik verdiği askeri, lojistik ve siyasi desteği engellemek için PYD’nin Suriye’nin kuzeyinde konuşlanarak bu iki aktör arasında bir set oluşturması projesini devreye sokmuştur. Benzer şekilde Obama yönetimi de bölünmüş bir Suriye senaryosunu kaçınılmaz olarak görmekte ve PYD’nin bu bölgede özerk bir yönetim kurmasını kendisi açısından bir tehdit olarak algılamamaktadır.

Türkiye Işid’e yönelik operasyonlarının yanında Irak’ın kuzeyindeki PKK kamplarını da bombalıyor. Şüphesiz bu operasyonlar PKK’nın Suriye kolu olan PYD’nin de güç kaybetmesi anlamına geliyor. Şunu da belirtmek gerekir ki PYD askeri komuta-kontrol, askeri yeterlilik ve insan kaynağı açısından elinde tuttuğu geniş alanları savunabilecek bir güce sahip değil. Yani ABD’nin desteği ile dahi olsa Fırat’ın batı yakasına geçip Akdeniz’e ulaşma hedefini gerçekleştirmesi oldukça zor gözüküyor. Yine PYD’nin ülkedeki faklı kürt gruplara uyguladığı baskı politikasından dolayı farklı kürt grupları PYD’ye karşı bir muhalefet oluşturmuş durumdalar.


Sınır güvenliği ve ulusal güvenlik politikaları çerçevesinde Türkiye’nin IŞİD’le yürüttüğü mücadele:

Türkiye’nin sınır güvenliği açısından tehdit oluşturan ikinci önemli aktör de IŞİD’dir. IŞİD’i pek çok ülke ve grupla istihbarat bağı olan ve pek çok aktörün kendi çıkarları doğrultusunda kullanabileceği taşeron bir örgüt olarak görmek lazım. Dolayısı ile IŞİD İran ve Suriye gibi ülkelerin bölgeye vermek istedikleri dizayn doğrultusunda kullandıkları bir maşadan başka bir şey değildir. Oluşturulan algının tersine İslam’la, İslam dininde geçerliliği olan cihad kavramı ile de bir alakası yoktur. Pek çok devlet ve grup IŞİD’le mücadele algısı oluşturarak kendilerine meşruiyet sağlamaktadır. Ayrıca uluslararası kamuoyunda IŞİD’in birincil ve asıl tehdit olarak ön plana çıkması da diğer terörist devlet ve grupların hukuksuzluk ve zulümlerinin üstünü örtmektedir.

Türkiye ise IŞİD’i kuruluşundan hemen sonra terör örgütleri listesine alan ve başından beri bu örgüte karşı mücadele veren ve uluslararası toplumu da bu mücadeleye davet eden bir devlettir. Türkiye’nin IŞİD’in PYD ile olan savaşından dolayı IŞİD’e destek verdiği iddiaları da safsatadan başka birşey değildir. IŞİD’in bölgede en çok Türkiye ve muhaliflere zarar verdiği herkesin malumudur. Türkiye’nin IŞİD’e yönelik mücadelesinin Kilis’te bir askerimizin şehit edilmesi ile başladığını öne sürmek oldukça yanlıştır. Türkiye’nin IŞİD’le mücadelesinin üç ana aşamadan oluştuğunu söyleyebiliriz. Mücadele sistematik olarak IŞİD’in terör örgütleri listesine alınmasından hemen sonra başlamıştır. Mücadelenin bu ilk aşaması şüphelilerin takibi, sınırda önlemler alınması ve yabancı savaşçıların sınır dışı edilmesi gibi zeminlerde gerçekleşmiştir.  Niğde saldırısı ile birlikte de ikinci aşamaya geçildi. Bu aşamada baskınlar ve tutuklamalar yapılmaya başlandı. Üçüncü ve şu anda da içinde olduğumuz aşama ise DAİŞ’in askerimizi şehit etmesi ile başladı ve hala kararlılıkla sürdürülmekte. Uzun sürecek bu aşamada Türkiye DAİŞ 'in Türkiye sınırındaki varlığını tamamen yok etmeyi hedeflemektedir. Sınır dışı operasyonlar ne yazık ki ülke içindeki terör faaliyetlerinin artmasına sebep olmakta ve Türkiye çok ağır bedeller ödemektedir. Terör faaliyetlerinin önünün alınması için de sınır dışı operasyonlar ülke içindeki operasyonlarla eşgüdümlü sürdürülmektedir.


Türkiye’nin Yürüttüğü Sınır Güvenliği Siyasetindeki Değişim:

Suriye’deki iç savaşın, sürecin başlangıcından çok daha farklı bir boyuta taşınması, tehditlerin çeşitlenmesi ve var olan tehditlerin de derinliklerinin artması Türkiye'nin sınır güvenliği yaklaşımında ve uygulamalarında köklü bir değişime sebep oldu. Çünkü, IŞİD ve PYD/YPG’nin sınır hattında artan etkinlikleri Türkiye’nin güvenlik kaygılarını artırdı. Örneğin Türkiye zamanında kuvvetle savunduğu açık kapı politikasını değiştirmke zorunda kalmıştır. Bu değişimin nedeni Türkiye’nin artık sığınmacıları kaldıracak kapasitesinin kalmamasının yanında, Suriye kaynaklı güvenlik kaygılarının en üst düzeye çıkmasıdır.

Türkiye’nin Arap Baharı öncesindeki sınır güvenliği yaklaşımının aksine son yıllarda sert güvenlik tedbirlerinin alındığı bir sınır güvenliği yaklaşımına hızlı bir geçiş gerçekleşti. Bir diğer deyişle Türkiye Suriye kaynaklı güvenlik risklerini ve endişelerini ortadan kaldırabilmek için Sıfır Sorun Politikası yerine Sıfır Tolerans politikası izlemek mecburiyetinde kaldı.

Değerlendirmeler:
Türkiye yeni benimsediği ve sertleşen sınır güvenliği politikası askeri/fiziki ve siyasi olmak üzere iki farklı alanda planlandı ve uygulamaya geçirildi. Bu farklı iki alanda oldukça fazla ve kapsamlı tedbirler alındı. Ancak Türkiye’nin sınır güvenliğini tam manasıyla sağlayabilmesi için bu iki alandaki tedbirler yeterli değildir. Suriye sınırının coğrafi yapısı ve sınırın karşısında bizim güvenlik endişlerimizi artırıcı faaliyetlerde bulunan aktörlerin varlığı nedeni ile Türkiye tek başına alacağı bu tedbirlerle sınır güvenliğimizi ancak belli bir yere kadar koruyabilir. Türkiye’nin güvenliğinin tam olarak sağlanması için Suriye’de kapsamlı ve sürdürülebilir bir düzenin kurulması şarttır. Bu durumun farkında olan Türkiye güvenli bölge, uçuşa yasak bölge gibi daha kapsamlı çözüm önerileri üretmektedir. Ancak Türkiye’nin içinde bulunduğu IŞİD’e karşı koalisyonun liderliğini yapan ABD ile Türkiye’nin Suriye’deki öncelik ve çıkarları farklı. Türkiye sorunun kökeninde Esed rejiminin olduğunu düşünmekte. Ancak ABD bir takım çekinceleri nedeni ile rejime direct karşıt bir politika takip etmiyor. Aslında ABD’nin Suriye’de bir denge politikası takip etiğini söylemek mümkün. Bu durum Obama yönetiminin çekingen ve sorumluluk almak istemeyen dış politikası ile açıklanabileceği gibi, İran ile başlayan nükleer müzakereler sürecinde İran kaynaklı bir takım çekincelerin de Suriye politikasını şekillendirdiğine yönelik görüşler bulunmaktadır. Suruç katliamı ile başlayan yeni süreçde Türkiye ve ABD’nin IŞİD’e karşı verilen mücadelede daha sıkı bir işbirliğine gittiğini görmekteyiz. Ancak bu yakınlaşma teknik ve taktik düzeyde kalacağa benziyor. Çünkü Obama yönetimi sadece DAEŞ’i yok etme derdinde. Suriye için kapsamlı bir strateji üretebilmiş değil. Yine PYD konusunda da Türkiye’ye bir garanti vermiş değil. Dolayısı ile Türkiye ve ABD’nin Suriye konusunda ortak bir noktada buluşmaları şu an için pek mümkün görünmüyor. Dolayısı ile Türkiye’nin sürekli ABD ile önceliklerinin farklı olduğu bilinci ile stratejilerini belirlemesinde yarar var.önceliklerinin farklı olduğu bilinci ile stratejilerini belirlemesinde yarar var.









KAYNAKÇA
1)Öztürk, Bilgehan, Türkiye’nin Suriye Sınır Güvenliği Politikası, 23 Ağustos 2015
2)SETA Uzmanları, 'Güvenli Bölge' Ne Kadar Güvenilir?, 15 Ağustos 2015
3)Duran, Burhanettin, "Orantılı Yanıt Verin" Ne Demek?, 7 Ağustos 2015
4)Ulutaş, Ufuk, Esed, İran ve Rusya DAEŞ’i, Amerika PKK’yı Kullandı, 28 Temmuz 2015
5)Üstün Kadir, Türk-Amerikan İlişkilerinde PYD ve Suriye, 12 Temmuz 2015
6)Ulutaş, Ufuk, Türkiye ve ABD’nin Suriye’de Frekans Farklılıkları, 10 Temmuz 2015
7)Acun, Can, Kuzey Suriye’de PYD Kuşağı, 5 Temmuz 2015
8)Acun, Can, PYD'nin İhtiras ve Zaafları, 4 Temmuz 2015
9) Yeşiltaş, Murat, İç Savaşa Komşu Olmak: Türkiye'nin Suriye Sınır Güvenliği Siyaseti, 13 Ağustos 2015



25 Ağustos 2015 Salı

IŞİD'İN KİMLİĞİ

İÇİNDEKİLER

-Özet
-Giriş
-İslam Devleti’nin kimliğini belirleyen ideoloji ve inançlar/IŞİD’in inşa ettiği kimliğin öğeleri
- İŞİD’in kimlik oluşumunu etkileyen faktörlerden biri olarak : Sünni kesimin göreli yoksunluğu
-Bir diğer faktör: Hegemon güç/Batı  karşıtlığı çerçevesinde şekillenen İŞİD kimliği
-Üçüncü bir faktör : Dini-siyasi akımların etkisi
-Dördüncü Faktör: Kurtuluş İdeolojisi
-Sonuç

  ÖZET:
    Yerel ölçekte Irak ve Suriye’deki Sünni hattında hakimiyet kurmaya çalışan, küresel ölçekte ise cihadi hareketin liderliğine soyunmuş olan Işid, yapısından ötürü mutlak itaat ve tahakkümü elde etmek isteyen son derece katı, ‘’mutlak doğrucu’’ fikir ve düşüncelere sahip radikal, ‘’İslamcı’’ bir terör örgütüdür. IŞİD’in kimlik inşasında etkili olan pek çok faktör vardır. Batı karşıtlığı, Irak ve Suriye’de Sunni kesimin göreli yoksunluğu, kurtuluş ideolojisi ve dini akımların etkisi IŞİD’i anlayabilmek için üzerinde durulması gereken son derece önemli faktörler arasındadır.
  GİRİŞ
    Irak Ve Şam İslam Devleti(IŞİD) son dönemde uluslararası gündemde başat bir yer edinmiştir. Bu yapı Irak ve Suriye gibi iç savaş ve kaosun pençesinde iki ülkede gelişmek için zemin buldu. IŞİD silahlı gruplardan oluşan radikal, İslamcı ve cihatçı bir devlettir. Grup Irak Savaşı’nın ilk yıllarında kurulmuş ve 2004’te El-Kaide’ye bağlılığını ilan etmiştir. Bir süre sonra da Irak El-Kaidesi adını almıştır. Grup farklı isyancı gruplardan destek almaktadır. Genelde sünni topluluklardan oluşmaktadır. Şubat 2014’te ise El-Kaide IŞİD ile bütün bağlarını kestiğini ilan etmiştir. Petrol kaynaklarına ulaşım imkanı sebebi ile dünyanın en zengin terör gruplarından biridir.
    Grubun en temel amacı bir islam devleti kurmaktır. Grup, 29 Haziran 2014’te halifelik ilan etti ve Al-Baghdadi’yi de halife olarak atadı. Halifelik inancının gerektirdiği üzere grup tüm islam aleminin kendisine tabiiyetini sağlamayı hedeflemektedir. Grup Sykes-Picot Anlaşması ile batılı güçlerin 1.Dünya Savaşı süresince saptadığı siyasi sınırları reddetti.
    Işid üyelerinin beyanlarına bakıldığında amaçları ve ideolojileri adına çıkarımlarda bulunmak mümkündür. Örneğin 2014 sonlarında grubun üyelerinden biri ; ‘’Allah’ın bayrağını beyaz sarayın üzerinde dalgalandıracağız’’şeklinde bir beyanda bulundu. Belçika’dan bir IŞİD savaşçısı da ‘’Allah’ın izniyle halifelik kuruldu ve sizin bizi işgal ettiğiniz gibi biz de sizi işgal edeceğiz. Bizim kadınlarımızı ele geçirdiğiniz gibi biz de sizin kadınlarınızı ele geçireceğiz. Çocuklarımızı yetim bıraktığınız gibi biz de sizin çocuklarınızı yetim bırakacağız’’ifadelerini kullanmıştı.
    IŞİD’in her sosyal grup gibi hedeflerini, üyelerinin hayata bakış açılarını, uygulamalarını vs. şekillendiren bir kimlik inşa ettiğini görmekteyiz.Örgüt diğer sosyal gruplar gibi varlığını sahip olduğu kimlikle anlamlandırmaktadır.
    Bu çalışma ile IŞİD’in inşa ettiği kimliğin öğeleri ve bu kimliğin ortaya çıkmasında etkili olan temel faktörlerin açıklanması amaçlanmaktadır. IŞİD’in kimlik oluşum sürecinde etkili olan iç ve dış unsurlar/dinamikler nedir sorusu temel üç argüman ile cevaplanmaya çalışılacaktır. Bunlardan birincisi, Irak ve Suriye’de Sünnilere yönelik uygulanan sistematik dışlama ve göreli yoksun bırakma(relative deprevation) politikasıdır. İkincisi, örgütün benimsediği anti-Amerikan/Batı/hegemon güç ideolojidir. IŞİD’in kimliğinin oluşumunda etkili olan üçüncü unsur olarak ise Vahhabilik ve Selefilik gibi dini/siyasi hareket(akım,mezhep) lerin etkisi üstünde duracağım. Bu üç faktörün IŞİD’in kimlik oluşumu üzerine etkilerini literatür taraması ile analiz etmeye çalışacağım.
IŞİD’İN İNŞA ETTİĞİ KİMLİĞİN ÖĞELERİ
     Işid’in yerel ölçekte Irak ve Suriye’deki Sünni hattında hakimiyet kurmaya çalıştığını görmekteyiz. Bu hedeflerine ulaşma yolunda askeri güç ile birlikte acımasız taktikler de kullanmaktadır. Amaçlarına erişmek için mezhepsel söylemleri de araç olarak kullanmaktadır. Küresel çapta ise cihadi hareketin liderliğine soyunmuş durumdadır.
1http://en.wikipedia.org/wiki/Islamic_State_of_Iraq_and_the_Levant
 Bu sebeple, dünya çapında cihatçı hareketlerin desteğini almaya, hatta onları kendine tabi kılmaya çalışmaktadır. IŞİD 2014’te El-Kaide ile bütün bağlarını kestikten sonra aralarında bir anlamda bir rekabet ortaya çıkmıştır. IŞİD, El-Kaide’nin küresel çapta elde ettiği desteği kendi saflarına çekme çabasına girişmiştir.
      IŞİD ideolojik anlamda son derece katı ‘’mutlak doğrucu’’fikir ve düşüncelere sahip bir örgüttür. Bu yapısından ötürü mutlak itaat ve tahakkümü elde etmek istemektedir. Geleceğe yönelik ideallerinin ne denli geniş çaplı olduğunu anlamak adına dikkat edilmesi gereken önemli bir husus kendini devlet olarak görüp, ilan etmesidir. Bu iddiasından hareketle yakın bir gelecekte diğer sunni grupların tabiiyetini isteyeceğini öngörmek çok zor değildir. Kendisine biat etmeyenlerle de Suriye’deki muhalif unsurlarla olduğu gibi bir çatışma sürecine girme yolunu seçmesi olasıdır.
1)HEGEMON GÜÇ / BATI KARŞITLIĞI ÇERÇEVESİNDE ŞEKİLLENEN IŞİD KİMLİĞİ
      11 Eylül’ün Etkisi:
      Cihad anlayışı İslam dünyasında ilk olarak Sovyet işgaline verilen bir cevap olarak ortaya çıkmıştır. Cihad anlayışının teorisi Abdullah Azzam tarafından oluşturulmuştur. Cihada organizasyonel anlamda küresel bir boyut kazandıran kişi ise Usame Bin Ladin olacaktır. Cihad anlayışı ABD’nin 2003 işgalinden sonra Irak’a da kanalize olacaktır. Ebu Mus’ab ez-Zerkavi liderliğindeki El-Kaide unsurları, 2003 işgalinin ardından Irak’da başlayan sunni direnişin bir parçası haline gelmiştir. Bu durum IŞİD’in var olma sürecini de beraberinde getirecektir.
2 Acun, Can, Neo El-Kaide:IŞİD, Haziran 2014 ,Seta Perspektif, s.5-6.
       Bu noktada belirtilmesi gereken önemli bir husus daha bulunmaktadır. 11 Eylül ve sonrası siyasi ikliminde Orta Doğu, Batı’nın gözünde ‘’pasif öteki’’ olmaktan çıkarak ‘’aktif öteki’’ne dönüşmüştür. 11 Eylül’den sonra Batı’nın bir disiplin stratejisi olarak belirlediği ve kesintisiz bir biçimde devam ettirdiği şey, Doğu’nun düzenli bombalanması olmuştur. Ancak bu taktik hiçbir şekilde ‘’barbarlığı’’ sona erdirmemiş, hatta son tahlilde bu barbarlığı besleyen bir hal almıştır.
Arap Baharı’nın Etkisi:
Arap Baharı’nın bu çalışmanın konusunu ilgilendiren kısımları da bulunmaktadır. Jeopolitik açıdan bakıldığında, Arap Baharı batılı devletlerin Sykes-Picot Anlaşması ile şekillendirdiği Arap siyasi coğrafyası statükosuna meydan okumuştur. Arap baharı ile halklar, sömürge rejimleri sona erse de sömürünün farklı stratejiler ile devam ettirildiğinin farkına varıp bir uyanış hareketi başlatmışlardır. Arap Baharı bölgesel durumu iki önemli değişime uğratmıştır: 1)Arap Baharı, Arap dünyasındaki devletlerin sınırlarını anlamsız hale getirmiştir. Bölgedeki 1. Dünya Savaşı’ndan sonra başlayan ‘’yüzyıllık-bölünmeye’’, yani Sykes-Picot Anlaşması’na sıkça vurgu yapılması bu noktada anlamlıdır.
 2) Arap Baharı bölgedeki devlet-dışı aktörleri güçlendirmiştir. Günümüzde bu devlet-dışı aktörlerin bazı ulus devletlerinkinden bile daha iyi durumda askeri güçleri olduğunu ve bu aktörlerin yarı devlet yapıları ve de facto devletler meydana getirdiklerini görmekteyiz.

3  Acun, Can, Neo El-Kaide:IŞİD, Haziran 2014 ,Seta Perspektif, s.1.
4  Acun, Can, Irak’ta İsyanın Haritası:Silahlı Gruplar, Haziran 2014,Seta Perspektif, s.8. 
5    Balcı, Ali, IŞİD  Ve Doğu’yu Kuşatan ‘’Barbalık’’: Batnın Yeni Temsil ve Yönetim Stratejilerine Dair, Ortadoğu Analiz, Kasım-Aalık 2014, Orsam
IŞİD’in yükselişi, Arap Baharı neticesindeki sosyal ve siyasi dönüşümlerin başarısızlığı ile örtüşüyor. Meşru değişim umudunun birçok ülkede kaybolması, bazı grupların meşru olmayan yollara başvurmasını kaçınılmaz hale getirmiştir.
       IŞİD bölgede var olan alışılmış jeopolitik düzeni ve devlet yapısını zorlayan yapılar oluşturdu. Bu açıdan bakıldığında yukarıda belirtilen iki değişimin bir noktada birleşmesinin IŞİD’i ortaya çıkardığını öne sürmek mümkündür. Kısacası, Işid gibi yeni bölgesel oluşumlar, bölgesel sistemin çevresinde yer alsa da bu sistemin merkezi güçlerine doğrudan meydan okumaktalar.
2) SÜNNİ KESİMİN GÖRELİ YOKSUNLUĞU VE SÜNNİ İSYAN
    Irak’ta , 2003 işgalinden sonra etnik-sekter krizlerin artarak devam ettiğini görmekteyiz. Bu durum aşılması çok zor bir yönetim krizini beraberinde getirdi. Bu dönemde Sünnilerin başını çektiği bir asimetrik askeri direnişin sürdürüldüğünü görmekteyiz. Bu direnişe karşı işgal güçleri yerel işbirlikçilerle birlikte hareket etme yoluna gitti. Bu durum çatışmaların ülke genelinde yayılmasına ve çok sayıda Iraklı’nın hayatını kaybetmesine neden oldu. Kısacası, 2003 işgalinin ülkeyi ne denli zorlu bir mezhep savaşına soktuğu ortadadır.
    ABD kendi eli ile yarattığı savaş ortamını kendi lehine kullanmayı da pekala başardı. Böyle bir savaş ikliminde Irak’ın yeni siyasi haritası ABD marifetiyle etnik ve mezhebi dengelere göre oluşturulmaya çalışıldı. Siyasi dinamiklerin etnik ve sekter ayrımlar üzerinden şekillendiridiği bu dizayn sürecinin beraberinde getirdiği süreçte sünniler Baasla eşitlenerek ötekileştirilmekten kendilerini kurtaramadılar.
       IŞİD’in kimlik oluşumunda hayati öneme sahip faktörlerden biri, Irak ve Suriye’deki baskıcı rejimlerin mezhepçi söylemlerle yürüttükleri ayrılıkçı politikalardır.
6Aras, Bülent, Arap Baharı Sonrası Jeopolitik-İŞİD ve Türkiye, Ortadoğu Analiz, Kasım-Aalık 2014, Orsam
 Sünni Araplar 2005 yılında yapılan seçimleri adil olmadığı için boykot ettiler. Bu duruma ABD müdahale etti ve yeni hükumeti kurma görevini Nuri El-Maliki’ye verdi. Bu gelişme Irak’ın kaderini şekillendirecek derecede önemliydi. El-Maliki yavaş yavaş siyasi ve askeri gücü kendinde topladı. Siyaset yapmak için mezhepçi söylemleri sürekli araç olarak kullandı.
       Zamanla El-Maliki muhaliflerini bastırmak ve korkutmak adına politikalarını sertleştirmeye başladı. Bu baskılar sonucu Sünniler’in önemli liderlerinden Cumhurbaşkanı Yardımcısı Tarık El-Haşimi ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. 2012’nin son aylarında Sünni gruplar, dışlandıkları ve sindirildikleri gerekçesi ile Maliki hükümetine karşı yoğun protestolar gerçekleştirdiler. Bu eylemler de yönetim tarafından kanlı bir şekilde bastırıldı. Sünniler adına siyasi bir zeminin de artık kalmaması le birlikte,  Irak meclisindeki 44 Sünni milletvekili görevlerinden istifa ettiklerini duyurdular.
       Kısacası Maliki yönetimi süresince muhalif gruplar şiddetle bastırıldı, ayrılıkçı politikalar takip edildi ve meşru olmayan yollarla seçimler kazanıldı. Meşru yollarla hakkını arayamayan kitleler de şiddete ve meşru olmayan yollara başvurmaya başladılar. Bir başka deyişle; Sünni terör örgütlerinin ve IŞİD’in ortaya çıkışını El-Maliki’nin etnik-sekteryan ve otokratik politikalarına karşı bir isyan olarak anlamak mümkündür.
3) DİNİ VE SİYASİ AKIMLARIN ETKİSİ
      IŞİD Selefi inanca mensup bir örgüttür. Selefiliğe göre İslam, sahabe dönemindeki gibi saf ve arı bir şekilde, bidatlerden, eski medeniyetlerin kalıntılarından ve sonradan ortaya çıkan fırkaların görüşlerinden uzak kalarak yaşanmalıdır. Selefiliği tanımlarken iki önemli karakteristik dikkat çeker:
7  Acun, Can, Irak’ta İsyanın Haritası:Silahlı Gruplar, Haziran 2014,Seta Perspektif, s.1-3.
 1-Hadis merkezli zahirilik ve metincilik: Zahiri mezhebi, İslâmî hükümleri Kur'ân ve Sünnet'in zahirî (lafzî, sözel) anlamlarından çıkarmayı temel alır. Kur’an ve hadislerin zahir yani görünen mânâlarından başka hiçbir delili ve kıyası kabul etmez.
2- Kurtulmuş fırka merkezli inhisarcılık(tekelcilik) ve dışlamacılık. Yani kendilerini “kurtuluşa ermiş fırka” olarak görmeleri ve kendileri gibi olmayanlara kafir gözü ile bakmaları.
      Günümüzde El Kaide, IŞİD gibi radikal terör örgütlerinin ideolojik altyapısını Selefi/Vehhabi çizginin oluşturduğuu görmekteyiz. Çünkü, Geleneksel Selefi çizgi şiddetten beslenen bir tarihe sahiptir. Reaksiyoner olma ve özgüven duygusundan ziyade, yenilgi psikolojisi ile hareket etme eğilimi de, Selefî çizgideki grupların ortak paydasıdır. Söz konusu radikal örgütler bu katı ve dışlayıcı düşünce yapısı ile kendilerine bulunmaz teolojik ve duygusal zeminler hazırlamaktalar. İslam adına insanlar üzerinde hak iddia etme şeklindeki tutumları da bu çerçevede açıklanabilir.
4) KURTULUŞ İDEOLOJİSİ VE IŞİD
     Yukarıda anlatılanlardan farklı olarak Toplumsal-siyasi şiddetin ilk bakışta fark edilmeyen kaynakları da vardır. IŞİD şiddetinin neden bu kadar amansız ve dizginsiz olduğunu açıklamak için bu kaynakların da üzerinde düşünülmesi gerekmektedir.
      Rumen felsefeci Emil Cioran, bu kaynaklardan birini “insanın selâmet (kurtuluş) saplantısı”yla açıklar. Ona göre yaşadığımız dünya, “insanın selâmet saplantısının hayatı soluksuz bıraktığı bir yer”, toplum ise bir “kurtarıcılar cehennemi”dir.
8Dinç, Engin, Işid’in Beslendiği Selefi Düşünce Nedir?,Doç. Dr.Cemil Hakyemez ile röportaj.
9Gözel, Arif, Vehhabilik,El-Kaide ve IŞİD, Haziran 2014, Ankara Strateji Enstitüsü.
     Nazizmi ve komünizmi bir kurtuluş ideolojisi olarak benimseyip uygulayanlar, Yirminci yüzyılda bu “vehim”in öne çıkan temsilcileri idiler. Yirmi birinci yüzyılda ise onların  doldurdukları yeri İslâm’ı bir kurtuluş ideolojisi olarak benimseyip uygulayanlar almış durumda. IŞİD ve benzeri terör örgütleri İslâm'ı bir "kurtuluş ideolojisi" olarak araçsallaştırıyor.
    Bu durumu üç düşünürün sözü ile özetlemek istiyorum:
’IŞİD şiddetinin bu kadar dizginsiz olmasının nedeni, ideoloji haline getirilmiş bir inancı bütün bir insanlığın kurtuluşunun yegâne yolu olarak benimsemek ve oradan bir "aşırı haklılık" duygusu peydahlamaktır.’’7
 ‘’Bütün insanlar için ebedi kurtuluş vadeden bir ideolojiniz varsa, bir canavara dönüşmeniz işten bile değildir.’’8.
“Şiddete son verecek şiddet” inancı için “yalanların en alçakçası değilse, vehimlerin en şairanesi”9.
        BAZI BATI’LI DÜŞÜNÜRLERİN GÖZÜNDE IŞİD:
     Çalışmamın buraya kadar olan kısmında daha çok bir doğulu gözüyle kendi tespitlerimi yapmaya çalıştım. Ancak kimliğin izafi olması sebebiyle IŞİD’i farklı şekillerde yorumlayan pek çok kesim bulunmaktadır. Bazı batılı düşünürlerin IŞİD’i açıklarken çok özcü bir açıklamaya sığındıklarını görmek mümkündür.
10Görmüş, Alper, IŞİD ve 21. Yüzyıl’ın Kurtuluş İdeolojisi, Eylül 2014, A l Jazeera Türk.
11Görmüş, Alper, IŞİD ve 21. Yüzyıl’ın Kurtuluş İdeolojisi, Eylül 2014, A l Jazeera Türk.
12Cemil Meriç

Bahsedilen kesimler IŞİD ve benzeri İslami terör örgütlerini , İslam’ın erken dönemlerinde ortaya çıkan Sünni-Şii bölünmesinin bir çıktısı ya da bir başka deyişle İslam’ın tarihsel çatışmasının günümüzdeki bir çıktısı olarak yorumlamaktadırlar. Yani IŞİD, içinde ortaya çıktığı koşullardan  soyutlanarak İslam’ın doğal bir çıktısına dönüştürülmektedir. Sömürgeci güçlerin bu bölgelerde on yıllardır sürdürdükleri sömürgeci faaliyetlerin ya da ABD’nin 2003 işgalinin bu radikal grupların ortaya çıkmasında hiçbir etkisi yoktur onlara göre… Hatta sorunu İslam’ın kendisinde arayarak , İslam’ın IŞİD gibi totaliter yapılar ile sonuçlanmaktan başka bir alternatifi olmadığı görüşünde olanlar bile vardır.
       Batı’da Radikal İslami terör örgütlerini anlama noktasında iyi-kötü ayrımı da sıklıkla kullanılmaktadır. Burda kötü olan militan islamdır. Militan islama destek  vermeyen ve karşı koalisyonda yer alan tüm kesimler de iyidir. Ancak benim kanaatime göre batılı güçlerin esas düşmanları, her ne kadar saklı tutsalar da, ılımlı İslamcılar olarak nitelendirdikleri kesimlerdir. Şiddet ve terör, bilhassa İslam ile özdeşleştirilen terör örgütleri  küresel güçlerin tasarımıdır ve onların güdümündedir( Bu örgütler bazen kontrollerinden çıkabilmektedir,bu ayrı bir mesele) . Bu yolla İslam dünyasında alternatif olarak ortaya çıkan ve mevcut uluslararası sisteme meşru yollarla meydan okuyan siyasi hareket ve aktörler de aynı kefeye konularak etkisizleştirilmeye ve dünya kamuoyunda onlara yönelik algı kötüleştirilmeye çalışılmaktadır.



13Balcı, Ali, IŞİD  Ve Doğu’yu Kuşatan ‘’Barbalık’’: Batnın Yeni Temsil ve Yönetim Stratejilerine Dair, Ortadoğu Analiz, Kasım-Aalık 2014, Orsam.
14Küçükcan, Talip, Küresel Güçlerin Etkin Aracı:Şiddet ve Terör, Ocak 2015, Seta Yorum.
SONUÇ:
   IŞİD’in kimlik inşası sürecinde etkili olan pek çok faktör vardır. Kimliğin izafi olması sebebiyle farklı kesimlerin IŞİD’i çok farklı okuyup, yorumladıkları bir gerçektir. Batı karşıtlığı, Irak ve Suriye’de Sunni kesimin göreli yoksunluğu, kurtuluş ideolojisi ve dini akımların etkisi çalışmamda odaklandığım ve son derece etkili olduğunu düşündüğüm  dört faktör idi. Ancak Orta Doğu’da kalıcı bir çözüme ulaşmak adına bu konu daha farklı boyutları ile ele alınmalı ve tartışılmalıdır.













KAYNAKÇA:
2.      Acun, Can, Neo El-Kaide:IŞİD, Haziran 2014 ,Seta Perspektif.
3.       Acun, Can, Irak’ta İsyanın Haritası:Silahlı Gruplar, Haziran 2014,Seta Perspektif.
4.      Balcı, Ali, IŞİD  Ve Doğu’yu Kuşatan ‘’Barbalık’’: Batnın Yeni Temsil ve Yönetim Stratejilerine Dair, Ortadoğu Analiz, Kasım-Aalık 2014, Orsam.
5.      Aras, Bülent, Arap Baharı Sonrası Jeopolitik-İŞİD ve Türkiye, Ortadoğu Analiz, Kasım-Aalık 2014, Orsam.
6.      Dinç, Engin, Işid’in Beslendiği Selefi Düşünce Nedir?,Doç. Dr.Cemil Hakyemez ile röportaj.
7.      Gözel, Arif, Vehhabilik,El-Kaide ve IŞİD, Haziran 2014, Ankara Strateji Enstitüsü.
8.      Görmüş, Alper, IŞİD ve 21. Yüzyıl’ın Kurtuluş İdeolojisi, Eylül 2014, A l Jazeera Türk
9.      Balcı, Ali, IŞİD  Ve Doğu’yu Kuşatan ‘’Barbalık’’: Batnın Yeni Temsil ve Yönetim Stratejilerine Dair, Ortadoğu Analiz, Kasım-Aalık 2014, Orsam.
10.   Küçükcan, Talip, Küresel Güçlerin Etkin Aracı:Şiddet ve Terör, Ocak 2015, Seta Yorum.
11.  Ulutaş,Ufuk, Çok Uluslu Terör Konsorsiyumu IŞİD, Şubat 2015, Seta Yorum
12.  Altun ,Fahrettin, ‘’Batı Karşıtlığı’’ Niçin Anlamlıdır?, Ocak 2015, Seta Yorum
13.  Recep Tayyip Güller-Ömer Behram Özdemir, Tevhid ve Cihad Örgütünden İslam Devletine,Seta
14.  Efe, İbrahim,Hamas İşid’tir ve Işid Hamas’tır, ORSAM
15.  Orsam Raporu: The 2014 Elections,ISIS Operations and The Future Of Iraq, No:190,June 2014.
16.  Orsam Bölgesel Gelişmeler Değerlendirmesi. No:11, Eylül 2014
17.  http://cageuk.org/article/guardian-search-identity-draws-jihadis-horrors-isis -
18.  https://59steps.wordpress.com/2015/01/03/thoughts-on-2015-isis-religion-politics-and-the-yearning-for-identity/ -
19.  http://news.harvard.edu/gazette/story/2014/08/the-rise-of-isis/ -

20.  Orhan,Oytun,IŞİD,Sınır Geçişleri ve Türkiye, Eylül-Ekim 2014,Orsam.

23 Ağustos 2015 Pazar

Selefilik ve Taliban

İÇİNDEKİLER:
1)GİRİŞ
2)ÖZET
3)SELEFİLİK
4)SELEFİLİK’İN HİNT YARIMADASINDA ORTAYA ÇIKAN KOLUNUN BİR ÜRÜNÜ OLAN: TALİBAN
5)TALİBAN’I İKTİDAR YAPAN VE GÜÇLENMESİNE YOL AÇAN SEBEPLER
a)Güvenlik
b)Taliban’ın Etnik Mensubiyeti
6)TALİBAN’IN İDEOLOJİSİ VE DÜŞÜNSEL TEMELLERİNİ OLUŞTURAN FAKTÖRLER:
a)Diyobendilik
b)Peştunluk








ÖZET:
Genelde radikal islami örgütler, özelde Taliban’la etkin bir mücadele sürdürebilmek için karmaşık bir arka plana sahip bu meselelerin her yönüyle irdelenmesi ve kavranması gerekmektedir. Bu çalışmada öncelikle Taliban’ın anlaşılması için bu tür radikal islami örgütlere ideolojik bir zemin hazırlayan Selefilik’in ne olduğu, nasıl ortaya çıktığı, dünyanın farklı coğrafyalarında nasıl yorumlanıp, uygulamaya sokulduğu ile ilgili temel bilgiler verilecektir. Sonrasında konu özelleştirilecek ve Taliban’a odaklanılacaktır. Taliban nedir? sorusu temel bilgiler ile cevaplanacak; Taliban’ın iktidar olup güçlenmesinde etkili olan faktörler nelerdir? sorusu ise ülkedeki güvenlik ve Taliban’ın etnik aidiyetinin ona sağladığı fırsatlar çerçevesinde irdelenecektir. Taliban’ın ideolojisini ve düşünsel temellerini oluşturan temel dinamikler nelerdir? sorusu ise Diyobendilik ve Peştunluk gibi faktörlere odaklanarak açıklanacaktır.



Giriş:
Orta Çağ’da ilmi ve felsefi geleneği son derece güçlü olan islam alemi maalesef düşünsel ve kültürel bir duraklama sürecine girmiştir. Bu durgunluk aşamasında islam alemi Batı’nın emperyal, sömürgeci ve saldırgan politikaları ile de yüzleşmek zorunda kalmıştır. İslam alemi batının kendilerinin bütün varlıkları üzerinde tasallut kurması tehdidi ile karşı karşıya kaldı. Batının emperyalist hedeflerinin etkisi altında kalan müslümanlar büyük bir kimlik krizi yaşamaya başladılar.
Bununla birlikte modernite ile birlikte İslam aleminde yoksulluk ve yoksunluk da baş göstermeye başlamıştır. Bunun sonucunda da islam coğrafyalarında sosyal krizler şiddetlenmeye başlamıştır. Mahrumiyetlerinin sebebinin bizzat modernite olduğunu fark eden Müslümanlarda modern yaşama karşı bir düşmanlık duygusu da baş göstermeye başlamıştır.
Batı karşıtlığı çatısı altında birleşen mahrum kesimlerin bir kısmı sosyal siyasi şartlarından ötürü sol ideolojilere, diğer büyük bir kısmı da geleneksel ve kültürel kodlarından ötürü İslamcı akımlara yöneldi. Bu çalışmada İslamcı akımlara yönelen ‘radikal’ hareketlere, bu hareketlerin düşünsel temellerini oluşturan selefiliğe ve bu hareketlerden biri olan Taliban’ın ideolojisine değinilecektir. Bu çalışma ile radikal islami örgütlerin İslam’ın doğal bir çıktısı olarak gösterilmesine yönelik eleştiriler getirilmekte ve çalışma süresince meselenin her yönü ile irdelenmesi gerektiğine yönelik yoğun vurgu yapılmaktadır.
Batının hayatlarının her sahasında hakimiyet kurmasından rahatsızlık duyan bazı müslüman gruplar çözümü kendi bağımsız medeniyet kimliklerini ihya edip güçlendirmekte buldular. Bu grupların bir kimlik inşa sürecine girdiklerini görmekteyiz. Kimliklerini kendilerine özgü dinamikleri ve değerleri ile temellendirme arayışına girdiler. Pek çok grubun yaptığı gibi bu kesimler de kendi öz kimliklerini tanımlamak için kaçınılmaz olarak bir ‘öteki’ne/düşmana ihtiyaç duydular. Tabiki bu düşman da kendilerini öz kimliklerinden uzaklaştıran ‘batı’ olacaktı. Bugün islam dünyasında baş gösteren batı karşıtlığının temelinde bu etkenler yatmaktadır.
Son zamanlarda artan bir şekilde rağbet görmeye başlayan selefilik akımı da İslam aleminin içinde bulunduğu sıkıntılı şartlardan kurtulması için tek çarenin Doğu’nun kimlik zeminini yeniden elde etmesi ve özüne dönüşü başlatması olduğu tezini savunmaktadır. Selefiler açısından bunun anlamı selef zamanına geri dönmektir.
Günümüzde ortaya çıkan pek çok radikal islami grubun selefilik akımından etkilendiğini görmekteyiz. Bu noktada selefilik gibi katı ideolojilerin ortaya çıkmasında etkili olan faktörlerin aşırı islami örgütlerin ortaya çıkmasında etkili olan faktörlerle hemen hemen aynı olduğunu söylemek mümkündür. Özetleyecek olursak yukarıda da sözü edildiği gibi kilik krizinden kurtulma düşüncesi, öze dönüşe dair güçlü vurgu, yeniden bir kimlik inşası sürecinde ‘ötekine’ yönelik düşmanca tutum ve modernite ile birlikte artan yoksulluk ve mahrumiyet radikal islami düşünce ve hareketlerin ortaya çıkmasında etkili olan ana faktörlerdir.
1 Yeğin, Abdullah, Afganistan Siyasetini Anlama Kılavuzu, 6 Temmuz 2015, Seta Rapor,  s.49-58
SELEFİLİK:
İslam Dünyasının sömürgecilikle karşılaştığı dönem ortaya çıkmıştır. Selefiliğe göre İslam, sahabe dönemindeki gibi saf ve arı bir şekilde, bidatlerden, eski medeniyetlerin kalıntılarından ve sonradan ortaya çıkan fırkaların görüşlerinden uzak kalarak yaşanmalıdır. Bir başka deyişle, Müslümanların yüzyıllar içerisinde oluşturduğu felsefi, kelami ve irfani ekollerin teorik ve pratik birikimleri hiçe sayılır. Yeni ve modern bilimlere yönelik de karşıt bir tutum benimsenir.
Selefiliği tanımlarken iki önemli karakteristik dikkat çeker:
1-Hadis merkezli zahirilik ve metincilik: Zahiri mezhebi, İslâmî hükümleri Kur'ân ve Sünnet'in zahirî (lafzî, sözel) anlamlarından çıkarmayı temel alır. Kur’an ve hadislerin zahir yani görünen mânâlarından başka hiçbir delili ve kıyası kabul etmez.
2- Kurtulmuş fırka merkezli inhisarcılık(tekelcilik) ve dışlamacılık. Yani kendilerini “kurtuluşa ermiş fırka” olarak görmeleri ve kendileri gibi olmayanlara kafir gözü ile bakmaları.
      Günümüzde çoğu radikal terör örgütlerinin ideolojik altyapısını Selefi çizginin oluşturduğunu görmekteyiz. Çünkü, Geleneksel Selefi çizgi şiddetten beslenen bir tarihe sahiptir. Reaksiyoner olma ve özgüven duygusundan ziyade, yenilgi psikolojisi ile hareket etme eğilimi de, Selefî çizgideki grupların ortak paydasıdır. Söz konusu radikal örgütler bu katı ve dışlayıcı düşünce yapısı ile kendilerine bulunmaz teolojik ve duygusal zeminler hazırlamaktalar. İslam adına insanlar üzerinde hak iddia etme şeklindeki tutumları da bu çerçevede açıklanabilir.
Selefilik akımı İslam dünyasının iki farklı noktasında ortaya çıkmıştır. Birincisi Arap yarımadasında Muhammed bin Abdulvahhab önderliğinde ortaya çıkan Vahhabilik tir. El Kaide ve cihadi selefilik bu kolun ürünüdür. İkincisi ise Hint yarımadasında Şah VeliyullahDehlevi’nin teorize ettiği harekettir. Bu kolun ürünü ise Taliban’dır. Bu iki kola baktığımızda motivasyonlar ve çözüm yaklaşımlarının birbirine benzediğini görmekteyiz. Bununla birlikte düşünsel temelleri ve beslendikleri havzalar tamamen farklıdır. İkisi arasında sosyokültürel ayrılıklardan ötürü de bazı önemli farklılıklar vardır. Bu çalışmada yukarıda bahsedilen ikinci kol ve bu kolun bir çıktısı olan Taliban’ın ideolojisi ve uygulamalarının ortaya çıkmasında etkili olan faktörlerden ikisi üzerinde durulacaktır. Şüphesiz bu konu kapsamında pek çok faktör üzerinde durulabilir. Ama ben kendimce çok önemli olduğunu düşündüğüm iki faktör üzerinde duracağım. Taliban’ın ideolojisi ve düşünsel temellerini oluşturan faktörlere geçmeden önce Taliban’la ilgili kısa bir bilgi verilecek ve Taliban’ı iktidar yapan sebeplere kısaca değinilecektir.

2Dinç, Engin, Işid’in Beslendiği Selefi Düşünce Nedir?,Doç. Dr.Cemil Hakyemez ile röportaj.
3Gözel, Arif, Vehhabilik,El-Kaide ve IŞİD, Haziran 2014, Ankara Strateji Enstitüsü.
Taliban Nedir?
Arapça bir kelime olan Taliban’ın anlamı öğrencilerdir. Burdaki kasıt islam öğrencileridir. Çoğunluğu Afganistan'ın en kalabalık etnik grubu Peştunlardan oluşur. Sünni, Hanefi ve İslamcı bir gruptur. Örgütün lideri Molla Ömer’dir. 27 Aralık 1979’da SSCB’nin Afganistan’ı işgal etti. Bu işgal üzerine Afganistan’da cihat çağrısı yapıldı ve 10yıl kadar sürecek bir Sovyet-Afgan savaşı başladı. Savaş 1989’da Rusların geri çekilmesi ile sonuçlanacaktır.
 Sovyetlere karşı kazanılan ortak galibiyetten sonra ne yazık ki ülkede bu sefer de iktidara aday olan mücahid gruplar arasında bir iç savaş başlayacaktır. Ülkedeki kaos ve iç savaşı kendi lehine çevirmeyi başaran Taliban 1996’da Kabil’i ele geçirerek iktidara gelmeyi başarır. Afganistan İslam Emirliği adında yeni devletlerini ilan ederler. ABD Taliban’ın El Kaide’ye destek verdiği gerekçesi ile 2001’de ülkeyi işgal etti. Taliban bu müdaheleye kadar güçlenecek ve ülkenin yüzde 90 ına yakın bir alanına hakim olacaktır. Ancak müdahale sonrasında da Taliban’ın varlığını sürdürdüğünü görmekteyiz. Taliban 2004’de yeniden organize olacak, 2009’da isyanların kuvvetlenmesi ile birlikte de gerilla savaşına başlayacaktır.
Taliban’ı iktidar yapan ve güçlenmesine yol açan sebepler
Örgütün iktidara gelebilmeyi başarması ve iktidara geldiği 1996 yılından 2001 müdahalesine kadar geçen süreçte hızlı bir şekilde hakimiyet alanını artırarak güçlenmesi hayret verici gelişmelerdir. Taliban’ın bu denli hızlı ve geniş bir alanda hakimiyet kurmasının arkasında yatan iç ve dış faktörler vardır. Tarih boyunca dünya siyasetinde stratejik bir öneme sahip olan Afganistan vekaleten savaşların yürütüldüğü talihsiz coğrafyalardan biridir. Bu bölgedeki gelişmeleri sadece iç dinamikleri ile açıklamaya çalışmak büyük bir hata olacaktır. Taliban’ın iktidara gelmesi ve sonrasında hızlı bir şekilde güçlenmesinde bir takım devletlerin desteğinin büyük önemi vardır. Pakistan, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, hatta ABD belirli dönemlerde verdiği desteklerle örgütün doğup gelişmesine katkıda bulunmuşlardır. Dış devletlerin etkisi oldukça önemli olmakla birlikte Taliban’ın doğuş ve gelişim sürecini anlamak için Afganistan toplumunun iç şartlarının da irdelenmesi zaruridir. Benim çalışmam daha çok iç şartlar ve toplumsal dinamikleri ilgilendirdiği için dış etkilere girmeyeceğim.
Toplumun iç dinamikleri ile ilgili olan sebeplerden en önemli iki tanesine değinilecektir.
A)Güvenlik:
Sovyet –Afgan Savaşı ile başlayan, Sovyetlerin ülkeden çıkarılması ile birlikte de mücahit gruplar arasında iç savaş şeklinde devam eden savaş ve kaos ortamı Afgan toplumunu canından usandırmıştı. Ülkede yasa,adalet ve ceza sistemi de çökmüş durumdaydı.
4 https://saklibelgeler.wordpress.com/2012/03/16/taliban-kimdir-taliban-nedir-video-ve-fotograflarla-taliban/
5 Al Jazeera, Taliban'ın ortaya çıkışı ve gelişimi, 18 Ocak 2014
6 https://tr.wikipedia.org/wiki/Taliban
Yıllardır süren savaş, şiddet ve yönetim boşluğundan yorulan halk toplumsal güven ve asayişi sağlayacak mutlak bir güç ve otoriter bir yönetim  beklentisi içine girmişti. Taliban bu ihtiyaç, boşluk ve fırsattan faydalanarak tarafsız 3. bir grup olarak halkın beklentilerini karşılayacak söylemlerle ortaya çıktı. Barış ve güvenliği sağlayacağı iddiasındaydı. Söylemleri ile paralellik gösteren uygulamaları da vardı. Bu şekilde halkın güvenini sağlayan Taliban, kısa bir sürede ülkedeki en güçlü grup olmayı başardı.
B)Etnik Durum:
Taliban’ın iktidarından önce Afganistan’da siyasal hâkimiyet eskiden beri Peştunların kontrolündeydi. Taliban kurucu ve mensuplarının da çoğunlukla Peştunlara dayanıyor olması, Taliban’ın en büyük avantajı ve imkanı idi. Öyle ki diğer Peştun mücahit gruplar Taliban’a karşı herhangi bir direniş sergilemek bir yana, üyelerini Taliban’ın hizmetine sundular.
Taliban’ın ideolojisi ve düşünsel temellerini oluşturan faktörler:
Genelde radikal islami örgütler özelde Taliban’la  etkili bir mücadele sürdürebilmek için bu örgütleri var eden sebeplerin her yönüyle incelenmesi gerekir. Taliban sadece salt siyasi-askeri vakıa olarak görülmesi ve anlaşılmaya çalışılması çok büyük bir hata olacaktır. Çok yönlü, karmaşık boyutları ve arka planı olan bir meseleden söz etmekteyiz. Örgütün doğru tanımlanıp, anlamlandırılabilmesi için tarihsel, teorik, etnik ve sosyal öncüllerin doğru tespit edilmesi gerekir.
Taliban’ın ve diğer radikal islami örgütlerin açıklanması konusunda dikkati çekmek istediğim bir husus var. Batının çoğu kesimlerinin bu tür örgütleri özcü bir açıklamaya sığınarak açıkladıklarını görmekteyiz. Bu tür radikal örgütler bazı kesimler tarafından İslam’ın tarihsel çatışmasının günümüzdeki bir çıktısı olarak yorunlanmaktadır. Taliban gibi örgütler içinde ortaya çıktığı koşullardan , soyutlanarak İslam’ın doğal bir çıktısına dönüştürülür. Örneğin ABD’nin ve SSCB’nin Afganistan’ı işgalinin ve diğer devletlerin Taliban’a ve ülkedeki çeşitli grupların radikalleşmesine verdikleri desteğin, Taliban’ın doğup, gelişmesine etkileri görmezden gelinir. Hatta İslam’ın El Kaide, Taliban, IŞİD vs. gibi totaliter yapılar ile sonuçlanmaktan başka bir alternatifi olmadığı görüşünü savunan kesimler dahi vardır. Sonuç olarak dış güçlerin müdahaleci politikalarının söz konusu ülkelerde bu tür aşırı grupların gelişmesi için uygun bir zemin hazırladığı gerçeği kesinlikle göz ardı edilmemeli ve bu gerçeklerin üstünün kapatılmasına asla izin verilmemelidir. Ancak daha önce de belirttiğim gibi dış etkiler benim çalışmamım konusu değildir.

7http://nedirhakkindabilgiler.kadinlaricin.net/makaleler/taliban-nedir.htm
8http://www.hayrettinkaraman.net/sc/00246.htm
9 Balcı, Ali, IŞİD  Ve Doğu’yu Kuşatan ‘’Barbalık’’: Batnın Yeni Temsil ve Yönetim Stratejilerine Dair, Ortadoğu Analiz, Kasım-Aralık 2014, Orsam.
 Genelde radikal islami örgütler özelde Taliban’la etkili bir mücadele sürdürebilmek için bu örgütleri var eden sebeplerin her yönüyle incelenmesi gerekir. Taliban’ın sadece islamın doğal bir çıktısı olarak görülmesinin hatalı olduğu gibi, salt siyasi-askeri vakıa olarak görülmesi ve anlaşılmaya çalışılması da çok büyük bir hata olacaktır.
Çok yönlü, karmaşık boyutları ve arka planı olan bir meseleden söz etmekteyiz. Örgütün doğru tanımlanıp, anlamlandırılabilmesi için tarihsel, teorik, etnik ve sosyal öncüllerin doğru tespit edilmesi gerekir.
Çalışmamın geri kalan kısmında örgütün ideolojisi ve düşünsel temellerini oluşturan faktörlerden kendimce önemli bulduğum iki tanesi üzerinde duracağım. Bunlardan birincisi Taliban’ın dini düşünsel temellerini oluşturan Diyobendilik ekolüdür. Ancak  Taliban’ın dini-siyasi bir hareket olarak ve din adına ortaya koydukları tek başına din değil, kabile kültürünün gelenekleriyle şekillenmiş ve yorumlanmış din anlayışıdır. Bu sebeple ikinci faktör olarak Peştunluk üzerinde durulacaktır.
1.FAKTÖR: DİYOBENDİLİK:
İngiltere’nin Hint Yarımadasındaki hakimiyeti Hint-Pakistan Müslümanlarının kimlik erozyonuna uğraması sonucunu da beraberinde getirdi. Bu yüzden toplum batıyı tehdit olarak algılamaya başladı. Bu sebeple Hanefi Müslümanlar inanç ve değerlerini korumak ve kaybolan değerlerini yeniden canlandırmak için 1867’de Hindistan’ın Diyobend köyünde bir medrese kurdular. İngilizlerin mutlak hakimiyetini yenilgi olarak düşünen medrese uleması mağlubiyet sebeplerini sorgularken cihat fikrine ulaştılar. Bu medresenin müntesipleri Diyobendi grubu olarak bilinirler.
Taliban’ın teorileri Diyobend medresesinde atılmıştır. Sovyet hakimiyeti zamanında Pakistan’a göç eden Afganlar, Diyobendi medresesinde eğitim aldıktan sonra cihad ve Taliban’a katılmak için geri Afganistan’a döndüler.
Diyobendi medresesinin temel teorileri:
Selefilik akımının Hint yarımadasında ortaya çıkan kolu olan Diyobendilik İslam’ın özüne dönüş vurgusu yapmaktadır. Öğrencileri hizipsel, kapalı, katı görüşler ve düşmanca, intikamcı hislerle eğitilmektedir. Medresede  modern bilimler, sömürgeci güçlerin bir ürünü şeklinde değerlendirildiğinden yasaklanmaktadır. Diyobendiliğin/Diyobendi medresesinin önemi:
Bu medrese ehl-i sünnet dünyasını derinden etkileyen izler bırakmıştır. Hindistan’ın bağımsızlığıı kazanması ve Pakistan devletinin  kurulmasında önemli roller üstlenmiştir. Afganistan’daki değişimler ve ülkenin Sovyetler Birliği tarafından işgal edilmesi ise, Diyobendi ekolünün bugünkü şartlarda güçlenmesini sağlayan en önemli olaylardır.
10http://www.davetci.com/d_ulke/afg_taliban_vehhabilik.htm
11 Frear, Thomas , Influences that Shaped Taliban Ideology, DEC, 26, 2012
12 Brahimi, Alia, The Taliban’s Evolving Ideology, July 2010
2.FAKTÖR:PEŞTUNLUK:
Taliban üyeleri genel olarak Afganistan ve Pakistan’ın en yoksul Peştun bölgesinden gelirler.  Taliban’ın siyasi düşüncelerinin doğru anlaşılması için Diyobend ekolü Selefiliğinin yanında Peştunlarda geleneğin yeri ve bunun Taliban’ın düşünce ve davranışlarına etkisinin de iyi anlaşılması gerekmektedir. Çünkü Taliban üyeleri Pakistan’da öğrendikleri dini bilgilerle geleneklerini harmanlayarak yeni bir anlayış ortaya koydular. Hatta Taliban mensuplarının Peştun örf ve adetlerini dini kurallar haline getirme eğilimleri dahi vardır. Toplumun yapısı modernite ile karşılaşmada verilen tepkinin şiddetini ve yöntemini belirlemede oldukça etkilidir. Yani toplumun medeni mi yoksa bedevi mi olduğu, aldığı pozisyonun şeklinde önemli bir belirleyendir. Kabile toplumunda hüküm süren değerler ve normlar yazılı olmamakla beraber oldukça katı ve keskin sınırlara sahip kurallardan meydana gelmektedir. Bu da bu tür toplumlarda inancın dogmatizm ve sertliğe bürünmesini kolaylaştırmaktadır. Zira kabile kuralları o kadar mutlaklaşmıştır ki onları kırmak imkânsıza yakındır. Din de kabile ortamına girdiğinde onun rengini almak durumunda kalır. Kabilenin dar ve kapalı yorumu dini de kuşatır ve dinin yanlış yorumlanıp, yaşanması sonucunu doğurur. Taliban’ın da kabile yapısı ile çatışmadığını , aksine bu katı yapıya uyum gösterdiğini görmekteyiz.
Peştun örf ve adetleri / Peştun geleneği:
Bir kabile toplumu olan Peştunlar, çok güçlü kabile değerlerine sahiptirler. Afganistan’daki diğer etnik gruplarla kıyaslandığında Peştunlarda geleneklerin gündelik hayattaki yeri çok daha fazladır. Peştunlar kendilerine has, Peştunvali olarak isimlendirilen geleneklere sahiptirler. Peştunvali, Peştun geleneğinde hem yasalar topluluğudur hem de bir tür ideolojidir. Peştunvali kuralları, Peştunların insani ilişkilerinin çok geniş bir alanını kapsamakta ve düzenlemektedir.
Peştun geleneğinde var olan kabileciliğe/aşiretçiliğe göre her hâlükârda kendi kabilesinden olana yardım etmek resmi bir kabile vazifesidir. Bu yüzdendir ki Peştunlar gerektiğinde iç ihtilaflarını bir kenara bırakıp ortak tehdide karşı birleşmeyi daima başarmışlardır. Örneğin;Pakistan’daki tarihsel Peştunistan meselesinin kökenleri bu halkın kan bağlarına dayanmaktadır ki iki taraf Peştunları farklı ülke vatandaşları olmalarına rağmen asla birbirlerini unutmamış ve birbirlerinden kopmamışlardır.
Peştunluğun Taliban’ın ideolojisinin oluşumuna etkisini gösteren örnekler:
1)Taliban’ın Peştun kabile kültüründen etkilendiğinin en açık kanıtı onların dini kuralları yorumlama biçimleridir. Kabile kültürünün Taliban’ın dini düşüncesine etkisinin ilk ve en önemli göstergesi dini, siyasi sistem anlayışları ve bu konudaki meşruiyet yollarıdır.

13 Qureshi, Emran, Taliban, Oxford İslamic Studies Online
14 Dixit, Aabha,  Soldiers of Islam: Origins, Ideology and Strategy of the Taliban, 
Örneğin; hilafet sistemi esas olarak İslami yönetim modellerinden birisiyse de Taliban’ın hilafet anlayışında yöneticinin mutlaklığı ve başka kimseye bir rol biçmemesi İslami hilafetin Şura kurumu dikkate alındığında halifelikten çok, aşiret reisliğini andırmaktadır. Yani yönetim anlayışları İslam’ın öngördüğünden oldukça farklıdır.
2)Taliban’ın kadına bakışı da Peştun kabile kültüründen fazlasıyla etkilendiğini göstermektedir. Kadına yönelik tutumu İslam’ın kadına dair bakışı ile tamamen çelişmektedir.
3)Sertlik ve katılık da Taliban siyasetçilerinin Peştun geleneklerinden edindikleri özellikleridir. Peştun halkının kincilik ve intikamcılığı bütün Afganistan ve Pakistan’da meşhur bir durumdur. Sertlik, kincilik ve intikamcılığın İslam’da yeri yoktur.
Kısacası, Taliban’ın ilke ve uygulamalarının çoğunun İslam’la alakası yoktur ve bu ilke, ideoloji ve uygulamaları tamamen dini temellere dayandırarak açıklamak olaya sadece tek çerçeveden bakmak anlamına gelmektedir. Peştun geleneklerinin Taliban’ı Taliban yapan değerlerinin çoğunun oluşumuna doğrudan temel oluşturduğu asla göz ardı edilmemelidir. Bu tür Radikal İslami örgütler asla İslam’ın doğal bir çıktısı olarak değerlendirilemez. Pek çok farklı faktör bu tür örgütlerin sapık ideolojilerinin oluşumunda ve İslam’ın son derece yanlış anlanıp, yorumlanıp, yaşanmasında direk etkilidir. Ben bu çalışmamda bu faktörlerden ikisi üzerinde durmaya çalıştım. Ancak bu tür radikal islami örgütlerin doğru tanımlanıp, anlamlandırılabilmesi için tarihsel, teorik, etnik ve sosyal diğer öncüllerin de irdelenmesi ve tespit edilmesi elzemdir.
SONUÇ: Mezhepler ve akımların inanç ve pratiklerinin arkasında genellikle dini motiflerden çok sosyal, kültürel, psikolojik, ekonomik ve siyasi unsurlar rol oynar. Günümüzde radikal islami örgütlerle etkin bir mücadele verilememesinin asıl sebebi meselenin sadece salt siyasi-askeri bir konu olarak algılanması ve bu örgütlere yönelik uygulanan stratejinin bombalama siyasetinin ötesine gidememesidir. Bir diğer önemli sebep de kimi kesimlerin bu tür örgütleri özcü bir açıklamaya sığınarak İslam’ın doğal bir çıktısı olarak göstermeleri ve örgütü var eden esas dinamiklerin üstünü örtme gayretleridir. Temelde bu olumsuz tutumlara yönelik bir eleştiri getirmek amacıyla kaleme aldığım bu çalışmamda konunun her yönü ile irdelenip, anlaşılması gerektiği yönünde farkındalık yaratma gayretindeyim. Bu çalışma kısa ve çok kapsamlı olmayan bir çalışma olduğu için konunun önemli gördüğüm sınırlı sayıdaki başlıklarına değinebildim. Ancak temennim bu tür örgütlerle daha etkin mücadele edebilmek için konunun diğer boyutları ile ilgili de ayrıntılı çalışmalar yapılmasıdır.


15 Semple, Michael, Rhetorıc, Ideology, And Organızatıonal Structure Of The Talıban Movement, 2014 by the United States Institute of Peace
16 Sultana, Aneela, Talıban Or Terrorıst? Some Reflectıons On Talıban’s Ideology,
KAYNAKÇA:
1)Yeğin,Abdullah, Afganistan Siyasetini Anlama Kılavuzu, 6 Temmuz 2015, Seta Rapor
2) Dinç, Engin, Işid’in Beslendiği Selefi Düşünce Nedir?,Doç. Dr.Cemil Hakyemez ile röportaj.
3) Gözel, Arif, Vehhabilik,El-Kaide ve IŞİD, Haziran 2014, Ankara Strateji Enstitüsü.
4)  https://saklibelgeler.wordpress.com/2012/03/16/taliban-kimdir-taliban-nedir-video-ve-fotograflarla-taliban/
5 )Al Jazeera, Taliban'ın ortaya çıkışı ve gelişimi, 18 Ocak 2014
7)http://nedirhakkindabilgiler.kadinlaricin.net/makaleler/taliban-nedir.htm
8)http://www.hayrettinkaraman.net/sc/00246.htm
9 )Balcı, Ali, IŞİD  Ve Doğu’yu Kuşatan ‘’Barbalık’’: Batnın Yeni Temsil ve Yönetim Stratejilerine Dair, Ortadoğu Analiz, Kasım-Aralık 2014, Orsam.
10)http://www.davetci.com/d_ulke/afg_taliban_vehhabilik.htm
11 )Frear, Thomas , Influences that Shaped Taliban Ideology, DEC, 26, 2012
12 )Brahimi, Alia, The Taliban’s Evolving Ideology, July 2010
13) Qureshi, Emran, Taliban, Oxford İslamic Studies Online
14) Dixit, Aabha,  Soldiers of Islam: Origins, Ideology and Strategy of the Taliban
15) Semple, Michael, Rhetorıc, Ideology, And Organızatıonal Structure Of The Talıban Movement, 2014 by the United States Institute of Peace
16) Sultana, Aneela, Talıban Or Terrorıst? Some Reflectıons On Talıban’s Ideology,