Yaşanan
olumsuz gelişmelere rağmen tarafların ortaya koydukları kararlılık ve irade
sayesinde 2015 yılı ortalarına kadar devam eden çözüm süreci, ne yazık ki bu
tarihden sonra yerini silaha ve çatışmalara bırakmıştır. 2015 yılı ortalarından
itibaren tarafların karşılıklı ateşkesi bozmaları ile çatışmaların tekrar
başlaması üzerine çözüm süreci girişimi ile ilgili tartışmaların yeniden
başladığını görmekteyiz. Daha çok mevcut iktidara ve politikalarına muhalif
olan kesimlerle, hükumetin çizgisini ve politikalarını destekleyen kesimler
arasında çıkan bu tartışmalara bakıldığında bizzat süreç fikrinin kendisinin
sorgulandığını görmekteyiz. Bugünkü savaş halinin sebebi olarak çözüm süreci girişimini ve bu süreçdeki
yanlış uygulamaları gösteren muhalif kesimlerin olduğu gibi, iktidarın böyle
bir girişimde bulunmasını desteklemekle birlikte süreci iyi yönetemediğini öne
süren görüşler de mevcuttur. Bugün gelinen noktayı ve ülkemizin içinde
bulunduğu sıkıntılı pozisyonu iyi yorumlayabilmek ve doğru girişimlerde
bulunmak için 2013 yılında başlayan ve yaklaşık iki buçuk yıl süren çözüm
süreci girişimini objektif bir yaklaşımla ve her yönüyle yeniden analiz etmenin
elzem olduğunu düşünmekteyim. Süreç içerisinde atılan yanlış adımları tespit
etmek ve bu noktalarda çözüm sürecini doğrudan üstlenen ve sahiplenen Ak Parti
iktidarını yapıcı bir yaklaşımla eleştirebilmemiz gerekmektedir. Bununla
birlikte bu girişimin ülkemizin demokratikleşme sürecinde atılan devrim
niteliğinde bir adım olduğunu da yeniden hatırlamalı ve bu sürecin bizlere
bıraktığı mirasa ve birikime sahip çıkmalıyız.
Bütün bir süreci ateşkesin bozulması gerekçesi ile hiçe saymak ve
ülkemize getirilerini göz ardı etmek bizi başladığımız noktaya tekrar
götürecektir.
30
yılı aşkın bir süredir Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kanayan yarası olmaya
devam eden ‘Kürt Meselesi’, Ak Parti’nin 2002 yılında iktidar partisi olması
ile birlikte çok farklı bir zeminde ele alınmaya başlandı. Ak Parti hükumetleri
süresince soruna farklı bir teorik çerçeveden bakıldığını, sorunun temel
paradigmalarının değiştiğini ve bu doğrultuda da sorunla mücadele bağlamında
farklı ve alışılmamış stratejiler geliştirilip, uygulamaya konduğunu
görmekteyiz. Farklı kesimlerce takdir edilip edilmemesi bir tarafa, Ak Parti
hükumetlerinin ‘Kürt Sorunu’ bağlamında Türkiye Siyasi tarihinde benzerine
rastlanmamış devrim niteliğinde yeni bir anlayışla ortaya çıktığı ortadadır.
Bugün iktidar partisinin bu soruna yönelik geliştirdiği yeni kavramlar ve yeni
terminoloji, meseleyi farklı bağlamlarda da tartışabilmemize olanak
sağlamaktadır. Açılımla birlikte artık sorunun sadece terörle mücadele
kapsamında salt askeri bir anlayışla değerlendirilmediğini ve toplumun farklı
kesimlerince tartışılabilir, üzerinde araştırma ve çalışmalar yapılabilir bir
hale geldiğini görmekteyiz. Ak Parti’nin ortaya koyduğu irade ile ‘Kürt Sorunu’
artık sadece belli kesimlerin sorunu olmaktan çıkmış ve bütün topluma mal
olmaya başlamıştır. Bu sayede Türkiye’deki farklı toplumsal kesimler bu sorunu
içselleştirebilmiş ve Kürt azınlığın sorunlarına yönelik empati kurabilme
şansına sahip olmaya başlamışlardır. Bu noktadan hareketle, Kürt açılımının
başarılı mı başarısız mı olduğu tartışmalarından bağımsız olarak, öncelikle
başlatılan sürecin demokrasi anlayışımızın gelişmesi ve demokratikleşmemizde ne
denli önemli katkılarda bulunduğunu tespit etmek gerekir. Tarafların sorunu
demokratik yollarla çözebilme iradesini ortaya koymaları hem ülkemizin
demokratikleşme sürecinde atılan tarihi bir adım olmuş, hem de Türkiye’nin
uluslararası toplum nezdinde saygınlığını ve prestijini artıran bir gelişme
olarak kendini göstermiştir. AB’nin bu sürece yönelik desteği ve bu süreçde AB
üyelik müzakerelerinde kat ettiğimiz yol, çözüm sürecinin uluslararası platformlarda da Türkiye’nin
elini güçlendirdiğinin en önemli göstergelerinden biridir.
Bu noktadan hareketle
bu çalışma ile çözüm sürecinin temel
paradigmalarının, ilkelerinin ve değerlerinin neler olduğu bir başka deyişle Ak
Parti hükumetleri ile birlikte ‘Kürt Sorunu’na yönelik geliştirilen yeni
anlayış ve geleneğin ne olduğunu araştırmak amaçlanmaktadır. Çalışmamda Çözüm
Süreci’nin hangi noktalardan hareketle başlatıldığı, nasıl temellendirildiği,
süreçle neyin hedeflendiği gibi sorular sorulacaktır. Bu sorulara cevap
verebilmek için yöntem olarak iktidar
yanlısı ve çözüm sürecini destekleyen akademi ve basın dünyasının çözüm
sürecine yönelik yaklaşımlarının neler olduğu incelenecektir. Yani yandaş
akademi ve gazetici çevrelerin o dönemde ürettikleri argümanlar ve söylemler
üzerinden sürecin paradigmaları yeniden hatırlanmış olacaktır. İktidarın
2012’nin son günlerinde İmralı’da bulunan Abdullah Öcalan ile MİT Müsteşarı
Hakan Fidan arasında gerçekleşen görüşmelerle başlayan bu yeni sürece yönelik
yaklaşımını değerlendirebilmek için ise siyasi liderler üzerinde söylem
analizleri yapılacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder