17 Aralık 2016 Cumartesi

Çözüm Süreci Üzerine...

GİRİŞ
30 yılı aşkın bir süredir Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kanayan yarası olmaya devam eden ‘Kürt Meselesi’, Ak Parti’nin 2002 yılında iktidar partisi olması ile birlikte çok farklı bir zeminde ele alınmaya başlandı. Ak Parti hükumetleri süresince soruna farklı bir teorik çerçeveden bakıldığını, sorunun temel paradigmalarının değiştiğini ve bu doğrultuda da sorunla mücadele bağlamında farklı ve alışılmamış stratejiler geliştirilip, uygulamaya konduğunu görmekteyiz. Farklı kesimlerce takdir edilip edilmemesi bir tarafa, Ak Parti hükumetlerinin ‘Kürt Sorunu’ bağlamında Türkiye Siyasi tarihinde benzerine rastlanmamış devrim niteliğinde yeni bir anlayışla ortaya çıktığı ortadadır. Bugün iktidar partisinin bu soruna yönelik geliştirdiği yeni kavramlar ve yeni terminoloji, meseleyi farklı bağlamlarda da tartışabilmemize olanak sağlamaktadır. Açılımla birlikte artık sorunun sadece terörle mücadele kapsamında salt askeri bir anlayışla değerlendirilmediğini ve toplumun farklı kesimlerince tartışılabilir, üzerinde araştırma ve çalışmalar yapılabilir bir hale geldiğini görmekteyiz. Ak Parti’nin ortaya koyduğu irade ile ‘Kürt Sorunu’ artık sadece belli kesimlerin sorunu olmaktan çıkmış ve bütün topluma mal olmaya başlamıştır. Bu sayede Türkiye’deki farklı toplumsal kesimler bu sorunu içselleştirebilmiş ve Kürt azınlığın sorunlarına yönelik empati kurabilme şansına sahip olmaya başlamışlardır.
Bu noktadan hareketle, Kürt açılımının başarılı mı başarısız mı olduğu tartışmalarından bağımsız olarak, öncelikle başlatılan sürecin demokrasi anlayışımızın gelişmesi ve demokratikleşmemizde ne denli önemli katkılarda bulunduğunu tespit etmek gerekir. Tarafların sorunu demokratik yollarla çözebilme iradesini ortaya koymaları hem ülkemizin demokratikleşme sürecinde atılan tarihi bir adım olmuş, hem de Türkiye’nin uluslararası toplum nezdinde saygınlığını ve prestijini artıran bir gelişme olarak kendini göstermiştir. AB’nin bu sürece yönelik desteği ve bu süreçde AB üyelik müzakerelerinde kat ettiğimiz yol, çözüm sürecinin  uluslararası platformlarda da Türkiye’nin elini güçlendirdiğinin en önemli göstergelerinden biridir.
Erdoğan’ın 12 Ağustos 2005 yılında Diyarbakır’da yaptığı konuşma, çözüm arayışına yönelik ilk açılım olarak değerlendirilebilir. Erdoğan ‘Kürt Sorunu’kavramını ilk kez bu konuşmasında kullanacaktır. Bu tabiri kullanarak aslına böyle bir sorunun varlığını da kabul ettiğini göstermiş bulunmaktadır. Bu durum T.C Devleti’nin artık bu önemli sorunu ile yüzleşebildiğini göstermektedir. Erdoğan bu açılımı ile çözümün ana parametlerini de tanımlamıştır: “Daha fazla demokrasi, daha fazla hukuk ve daha fazla refah.” Bu ilk girişim ile meselenin Kürt vatandaşın sorunu, başka bir deyişle bireysel hakların ihlali ve iktisadi kalkınma temelinde değerlendirildiğini görmekteyiz. Açılımla birlikte sorunun çözümünün ise ancak bireysel hakların kullanılmasının önündeki engellerin kaldırılmasını sağlayacak hukuk ve demokratikleşme adımlarının atılması ve iktisadi olarak bölgenin kalkındırılması ile söz konusu olabileceği ileri sürülmekteydi. "Demokratik sürecin geriye doğru işlemesine izin vermeyeceğiz... Şundan hiç endişeniz olmasın, söyleyecek sözü olan herkesi dinlemeye hazırız, hakkaniyet sahibi herkese kulak vermeye hazırız. Yeter ki gelecek umutlarımıza gölge düşüren şiddeti ve kavgayı bertaraf edelim."
2009 yılında başlatılan açılımla birlikte, 2005 açılımının temel yaklaşımını devam ettirmekle birlikte, sürece yeni parametrelerin de dahil edildiğini görmekteyiz. Sürece damgasını vuran Oslo Görüşmeleri, sürecin metodolojisinde meydana gelen değişimi de gözler önüne sermekteydi. Sürecin metodolojisi dikkate alındığında 2009 açılımının iki temel yaklaşıma dayandığını görmekteyiz: 1) PKK/Kürt meselesinin birbirinden ayrı düşünülemeyecek meseleler olduğu, 2) Sorunun hem bireysel hem de kolektif haklar yönünden ele alınması gerektiği. 2009 yılı ile birlikte iktidar Kürt vatandaşa yönelik başlattığı açılımın sorunun çözümü için yeterli olmadığını ve PKK  terör örgütünün de sürecin bir parçası olması gerektiği kanaatine vardı. Oslo sürecinde bu anlayışın uygulamaya da geçirildiğini görmüş olduk.
Ak Parti’nin ‘kalıcı çözüm’ arayışı ile başlattığı 2005 ve 2009 açılımlarının sonuçsuz kalması, Ak Parti’yi 2013 yılında ‘Çözüm Süreci’ olarak adlandırılan Türkiye siyasi tarihi açısından önemli bir dönüm noktası olan yeni süreci başlatma yoluna götürdü. 2012’nin son günlerinde İmralı’da bulunan Abdullah Öcalan ile MİT Müsteşarı Hakan Fidan arasında gerçekleşen görüşmelerle başlayan başlayan bu yeni süreç, üçüncü çözüm girişimine işaret etmekteydi. Bu süreçle birlikte, Oslo görüşmeleri, 2005 ve 2009 açılımlarından da bazı yönleri ile farklılaşan bazı yeni anlayışlar ve yaklaşımlar ortaya konmuştur. Bu süreci diğer iki süreçden ayıran özellikler ise; 1) Abdullah Öcalan’ın doğrudan birincil aktör, Kürt seçmenle en yakın teması kuran ve demokratik meşruiyete sahip BDP’nin ise ikincil aktör olarak muhatap alınması 2)çözüme bu aktörler vasıtasıyla ulaşılmaya çalışılması ve önemlisi de 3) bu sürecin açıktan yürütülmesidir. Bugün bazı görüşlere göre iktidarın bu sorunun çözümü konusunda ilerleyen yıllarda daha cesurca adımlar atması gitgide vesayet sisteminin zayıflatılması ile alakalıdır.
 Ak Parti’nin mevcut statükoyu sarsacak ve kendisi için siyasal maliyet oluşturabilecek bu denli ağır bir meseleyi muhalefete rağmen üstlendiğini ve sürecin ana taşıyıcısı olarak ortaya çıktığını ve sürecin sürdürülmesi yönünde irade ve kararlılığını devam ettirdiğini görmekteyiz. Yine Ak Parti’nin kamuoyunun bilgisi dâhilinde ve kamuoyunu yöneterek bu süreci devam ettirmeye çalıştığını görmekteyiz.
Bu yeni ve radikal yaklaşım toplumun belli kesimlerince tepkiyle karşılanırken, mevcut iktidarın başlattığı bu sürece ve politikalarına sahip çıkan yandaş kesimler tarafından da meşru bir zemine oturtulmaya çalışılmıştır. Kalıcı barışın tesisi için PKK ve KCK gibi toplumun vicdanında derin yaralar açan terör örgütleri ile dolaylı temaslarda bulunulması ve  bu aktörler ile birlikte Türkiye’nin geleceğini şekillendirecek bir sürecin başlatılması ve devam ettirilmesi şüphesiz toplumun kolaylıkla kabulleneceği bir durum değildi. Bu durumu meşrulaştırmak ve makul bir zemine oturtabilmek için başta hükumet olmak üzere çözüm sürecini destekleyen farklı çevrelerin(medya, akademi,sivil toplum, iş dünyası vs.) kabul edilebilir argümanlar geliştirmeleri ve farklı kesimlere bu süreçle amaçlanan şeylerin neler olduğunu anlatıp, ikna etmeleri gerekmekteydi. Ben sürecin topluma rağmen değil, toplumun geniş bir kesiminin desteğini alarak işletildiğini düşünmekteyim. Kürt meselesinin siyasal çözümü konusunda toplumsal bir mutabakatın varlığından da söz edebiliriz. Başka bir deyişle, çözüm için ortaya konulan siyasi irade toplumsal bir tabana dayanmaktaydı. Toplumun sürece verdiği bu desteği süreç içerisinde yaşanan provakasyonlara karşı gösterdiği sağduyulu yaklaşımdan anlamak mümkündür.
Silahli mücadelenin yoğunlaştığı ve maddi,manevi ağır kayıplar verdiğimiz bu günlerde, AKP’nin ve taraftar medyanın  Kürt Sorunu ve Barış Süreci’ne yönelik temel yaklaşımını, kürt sorununu nasıl anlayıp yorumladıklarını hatırlamakda fayda olduğunu düşünmekteyim. Bu noktadan hareketle bu çalışma ile çözüm sürecinin  temel paradigmalarının, ilkelerinin ve değerlerinin neler olduğu bir başka deyişle Ak Parti hükumetleri ile birlikte ‘Kürt Sorunu’na yönelik geliştirilen yeni anlayış ve geleneğin ne olduğunu araştırmak amaçlanmaktadır. Çalışmamda Çözüm Süreci’nin hangi noktalardan hareketle başlatıldığı, nasıl temellendirildiği, süreçle neyin hedeflendiği gibi sorular sorulacaktır. Bu sorulara cevap verebilmek için  yöntem olarak iktidar yanlısı ve çözüm sürecini destekleyen akademi ve basın dünyasının çözüm sürecine yönelik yaklaşımlarının neler olduğu incelenecektir. Yani yandaş akademi ve gazetici çevrelerin o dönemde ürettikleri argümanlar ve söylemler üzerinden sürecin paradigmaları yeniden hatırlanmış olacaktır. Bu çerçevede Makalemin bundan sonraki kısmında gazete haber ve yorumlarına yer vereceğim.




ÇÖZÜM SÜRECİNİ DESTEKLEYEN ÇEVRELER SÜRECİ NASIL OKUDU?
-Heyetlerin Kandil ve İmralı’ya gerçekleştirdikleri temaslar hükumetle Kandil ve İmralı arasında dolaylı da olsa görüşmelerin gerçekleştiği anlamına geliyordu. Bu durum muhalif kesimlerce eleştirilmiş ve  Devlet ile İmralı arasında gizli bir müzakere sürecinin yaşandığına ve hükumetin bir takım tavizler verdiğine yönelik bir anlayış gelişmiştir. Süreç yanlısı taraflar ise istihbarat kaynaklarının tamamen açık olduğu, şeffaf bir süreç yaşandığı ve devlet ile İmralı arasında bir müzakere değil, görüşme yaşandığı düşüncesini savunmuşlardır.
 Devlet ile İmralı arasında bir takım konuların müzakere konusu edilmediği, sürecin farklı bir boyutta değerlendirilmesi gerektiği argümanı kilit noktalardan birisidir. Hükumet ve taraftar çevrelerin süreç süresince üzerinde durduğu bu nokta önemlidir. Çünkü süreç meşruiyetini büyük oranda bu yaklaşım üzerinden sağlamaktadır. Bu yaklaşıma göre devletin ve sivil inisiyatif sahiplerinin bazı kırmızı çizgilerinin olduğunu ve halka bu konuda teminat verdiğini görmekteyiz.
 Devlet ve süreci destekleyen kesimler, taraflar arasında yaşanacak görüşmelerin sınırlarının belirlenmiş olduğu, yeni süreçte devlet tarafından daha baştan üniter devlet çerçevesinin korunacağı, federasyon, özerklik vb. taleplerin kabul görmeyeceği ve çözümün yerel yönetimlerin güçlendirilmesi yoluyla söz konusu olabileceği gibi konularda halka teminat vermiştir. -Sabah gazetesinde 23 Mart 2013 yılında Hatem Ete’nin kaleme aldığı yazıda dile getirilen bu cümleler sürecin henüz başında hükumet taraftarı çevrelerin süreci nasıl okuduklarını göstermekte ve bu çevrelerde hakim olan olumlu havayı da gözler önüne sermektedir.
1 19 Ocak 2013 tarihli Enine Boyuna programı, https://www.youtube.com/watch?v=2q-rINNzkI8
2Ete, Hatem, Nevruz ve Yeni Paradigma, Sabah Perspektif, 23 Mart 2013
‘Korku ve endişeye mahal yok. Çözüm süreci, on yıldır vesayetle sürdürülen mücadelenin son halkasıdır. Çözüm süreciyle, Yeni Türkiye'ye giden yolda eksik olan bir halka daha tamamlanacaktır. Bu süreç, yüzyıllık çarpık politikalar dolayısıyla enerjilerini birbirlerini zayıflatmak üzere kullanan kesimlerin yeni bir siyasal perspektifle güçlerini birleştirmeleri anlamına gelmektedir. Türkiye'yi Kürtlerle, Kürtleri Türkiye ile tehdit ve terbiye etme dönemi kapanıyor. Kürtlerin siyasi enerjisinin Türkiye'nin stratejik aklına eklemlendiği yeni ve güzel bir dönem başlıyor.
Bu cümleleri yorumlarsak; sürecin iktidarın vesayetle mücadelesinin bir parçası olarak değerlendirildiğini görmekteyiz. Yine bu çevrelerin geçmişte yapılan hatalarla yüzleşebildiklerini ve karşı tarafı ötekileştirmeden ortak bir geleceğe birlikte yürümek istediklerini görmekteyiz. Yine yapılan önemli bir vurgu da yüzyıllık bu kavgada dış güçlerin rolünün olduğudur. Yani ortak bir düşman tespit edilerek Kürtler ve Türkler arasında birlik ve beraberliğin sağlamlaştırılması hedefleniyor.
Mehmet EMİN Ekmen’in 5 Aralık 2015’te Star Açık Görüş’te kaleme aldığı köşe yazısı iktidar partisine taraftar medyada hakim olan çözüm süreci algısını yansıtması açısından değerlendirilebilir. Bu yazıda 2013 Ocak’ında başlayan çözüm süreci Türkiye için spesifik bir tecrübe olarak değerlendirilmiştir. Çözüm sürecinin doğru bir şekilde anlaşılması gerektiğini ve  Ak Parti’nin; Sessiz Devrim, Demokratik Açılım veya Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi adları ile nitelendirdiği; dönüşüm, entegrasyon ve yenilenme programının bu süreçle farklı şeyler olduğunu vurgulamaktadır. Çözüm Süreci’nin MBKP’nin devamı gibi düşünülmemesi gerektiğini ve zamanla MBKP’ye dönüşeceğine dair endişelerin yersiz olduğunu ileri sürmektedir. Ekmen Çözüm Süreci’ni tek cümle ile “PKK’nın silahsızlandırılması süreci’’ olarak nitelendirmektedir.
3 Ekmen, Mehmet Emin, Star Açık Görüş, 5.12.2015
 Ak Partinin Demokratik açılımı ise 2001 yılından beri takip ettiği demokratikleşme projesinin bir parçası olarak değerlendirdiğini öne sürmektedir. Başlatılan bu demokratikleşme projesi ile yapısal bir dönüşümün hedeflendiğini görmekteyiz.  Temel amaç yaklaşık 100 yıldır sürmekte olan  “katı merkeziyetçi, vesayetçi ulus devlet” ve “makbul vatandaş” uygulamalarına son vermek olmuştur.
Ekmen Türkiye’de bazı kesimlerin ulus devletin ‘’makbul  vatandaş’’ tanımına uymadıklarını belirtmektedir. Romanlar, Gayrimüslimler, aleviler, dindarlar ve kürtleri 1924 anayasası ile kurulan ve günümüze kadar devam edegelen sistemin mağdurları olarak tanımlamaktadır. Ak Parti iktidar olduğu dönemden bu güne  demokratikleşme projesi kapsamında uyguladığı tüm reform ve dönüşüm paketlerinde; kürtleri bu diğer 4 grupla birlikte ele almaktadır. Ak parti seçmeni ve merkez güçleri endişelendirmemek için kürtler de dahil olmak üzere bu 5 farklı grupla özel, ayrıcalıklı düzenlemeler yapmaktan kaçındı.
Ekmen AKP ve kürtler arasındaki ilişkiyi ‘’mağduriyet kardeşliği’’ olarak tanımlamaktadır. Bu 5 kesimin mağduriyet kardeşliğinin zamanla ‘’reform kardeşliğine’’ dönüştürüldüğünü vurgulamaktadır.
Ekmen Ak Partinin çözüm süreci ve demokratik açılımı birbirinden ayırdığını ve terörle mücadelenin demokratik dönüşümü kesintiye uğratmasına izin vermemeye çalıştığını öne sürmektedir. Ekmen bu durumu Devrimci Halk Savaşı(!) girişimine Kesintisiz Evrimci Reform Anlayışı ile cevap verilmesi olarak özetlemektedir.(bugün söylemlerde meydana gelen değişiklik)pkkya hiç dost dendi mi bugün kürtlere düşman deniyormu)
Ekmen AKP’nin sadece silahsızlandırma girişiminin başarısız olduğunu ve bu başarısızlığın “muhatapsız dönüşüm” ile  “kesintisiz reform” anlayışlarını kesintiye uğratmadığını öne sürmektedir.
“Kürt Açılımı-Demokratik Açılımın” tartışıldığı 26.08.09 tarihli “Açık Görüş” adlı programda Ali Bayramoğlu bir açıklama yaparak, Kürt sorununun temelinin nasıl atıldığı konusuna değiniyor:
T.C. kurulduğunda bu topraklarda yaşayan 12 milyon insandan 9 milyonunun Türk olmadığına dikkat çekiyor. Bu 9 milyon insanın gayrimüslimlerden, sürülerek bu topraklara gelenlerden ve Kürtlerden oluştuğunu söylüyor. Bu 9 milyonluk kesimin Cumhuriyet ideolojisi tarafından Türkleştirilmeye çalışıldığını ve büyük oranda da başarılı olunduğuna dikkat çekiyor. Bugün kürt sorunu olarak nitelendirdiğimiz sorunun temelinde uygulanan bu asimilasyon politikasının Kürtler üzerinde tam olarak başarılı olamamasının yattığını ifade etmektedir. Bayramoğlu bu bu süreçde artık bu politikanın sonuna gelindiğine vurgu yapıyor.
Taha Özhan / Sabah Gazetesi/ 9 Kasım 2013
Özhan 2009 demokratik açılımı ile başlayan ve 2013 Çözüm Süreci ile devam eden süreci Türkiye'de uzun yıllardır üstü örtülen Kürt meselesinin resmen tanındığı ve aydınlatıldığı bir süreç olarak tanımlamaktadır. Özhan 2009’da başlayan süreci, toplumsal kesimlerin ve devletin Kürt meselesiyle ilk kez açıktan yüzleşmesi olarak yorumlamıştır.  Kendi ifadesi ile:  ‘’ 2009 süreci, Kürt meselesine dair siyasal ve toplumsal bir pedagojik oryantasyon imkânı sağlamıştı.’’
Bu girişimin başarısız olması üzerine Ak Parti’nin geçmiş dönemlerde olduğu gibi başlanan noktaya geri dönmeyip, 'eski dünya girdabına' düşmeyerek proaktif adımlar atmaya devam ettiğine vurgulamaktadır.  Özhan’a göre AK Parti'nin pozisyon değiştirme ve siyaset üretme kapasitesini canlı tutarak, 2013 Çözüm sürecini başlatabilme becerisi göstermiştir. Nisan 2013’de yine Sabah gazetesi’de yer alan bir köşe yazısında da ‘’2009 açılımı, AK Parti'nin 2013 çözüm sürecinin dibacesi olmuştur.’’ifadesine yer vermektedir.
4Yasin, İlker, "Kürt Açılımı-Demokratik Açılım'a dair-2", Bilim ve Toplum, 28 Ağustos,2009
5 Özhan, Taha, ’’Çözüm Süreci Biterse’’, Sabah, 9 Kasım, 2013
 Yani 2009 açılım süreciyle 2013’te başlatılacak çözüm sürecinin temelleri atılmış, tabanın ve elitlerin Kürt meselesinde yaşanması beklenen paradigma değişimlerini ve dönüşümü benimsemeleri sağlanmıştır.Özhan bu yazısında akil adamlar heyetine de değinmiştir. Akil adamlar heyetinin Türkiye için önemli bir siyasal tecrübe olduğunu öne sürmektedir. Bu heyetin ‘’doğrudan demokrasi’’ halkla muhatap olmalarını önemsemektedir. Çözüm sürecinde kurucu rol oynayan bu heyetin çeşitli kesim ve görüşlerden kişilerden oluşmasını umut verici bulmakta ve bu tablonun halkın genelinin iradesini de yansıttığını ileri sürmektedir. Bu çabanın bir parçası olamayan siyasi aktörlerin ise yapısal kırılmalar yaşamaya mahkum olacaklarını belirtmektedir.
 AKŞAM Gazetesinde 19 Şubat 2016 tarihinde çıkan haber:
Haberde iki dönem Diyarbakır milletvekilliği yapan ve İslami kesimin Kürt Sorununa bakışı üzerine düşünceleri olan Ömer Vehbi Hatipoğlu’nun görüşlerine yer veriliyor. Hatipoğlu ‘’Jön Kürtler’’ in kürt meselesi üzerindeki etkisine dikkat çekiyor. Kendisi Jön Kürtler’in kürtleri İslam’dan uzaklaştırarak onları ötekileştirmeye çalıştıklarını iddia ediyor. Jön kürtlerin toplumda İslamcı aydın ve siyasetçilerin Kürtlerin haklarını korumadıkları ve müslümanların Kürt sorununa uzak durduğu gibi yanlış  algılar yaratma yolu ile  Kürt toplumu ile İslami kesimi birbirine yabancılaştırmaya çalıştıklarını söylüyor. Bu strateji ile ‘’İslamcıların’’ sundukları çözümlerin kürt halk tarafından tartışılmasını imkansız kılmaya çalıştıklarını vurguluyor.


6 Özhan, Taha, ‘’Çözüm Süreci’nin Dönüştürücü Gücü’’, Sabah, 20 Nisan 2013
7 Şakir, Aydın, ‘’Cumhurbaşkanı sayesinde Kürt meselesi etnik sorun olmaktan çıktı’’, 19 Şubat 2016
Markar Esayan’ın Temmuz 2016’da Akşam Gazetesi’nde yayınlanan Ne Türk, ne Kürt, üst-kimlik sorunu adlı yazısı
Esavan bu yazısında kürt sorununu Türkiye’nin üst kimliği tam oluşmamış bir devlet olduğu gerçeğinden hareketle açıklamaya çalışmaktadır. Bunun sebebini ise şu şekilde açıklıyor:
 ‘’Ülkeye uygulanan böl/yönet mühendisliğinin ve bu mühendisliğe eşlik eden ayrımcı şiddet pratiklerinin, her toplumsal kesimin ülkeyi algılama biçmini bozduğunu ve bu kesimlerin bir parça devlete ve ülkeye karşı tepki biriktirdiğini görüyoruz.’’  Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze bazı kesimlerin elitleştiğini, Kürt, Alevi, dindar, gayrımüslim gibi bazı kesimlein de ötekileştirilerek gettolaştırıldığını öne sürmektedir. Elitlerin tekelinde olan iktidarın “Türküm doğruyum” tahakkümüyle bir üst kimlik yaratmaya çalıştığını, ancak bu kimliğin suni/dışlayıcı doğası sebebi ile halk düzeyinde içselleştirilemediğini ifade etmektedir. Yazısından yaptığım çıkarım şudur, ‘’dindarların ülkeyi yönettiği son 15 yılda hayata küsen beyaz Türkler’’ kökeni geçmişe dayanan bu kürt sorununu bugün de sürdürmeye yönelik bir politika takip etmektedirler. Bu düşüncesini yazısında şu cümlelerle ifade etmektedir:
‘’ İlginç biçimde, dindarların ülkeyi yönettiği son 15 yılda hayata küsen beyaz Türkler de ulusalcı üst kimlik tulumunu sıyırıp, pkk, dhkp-c, sözcü, nihilist vs. mahallelere sempatiyle alt kimlik oluşturmaya itildiler. Bu kötücül mühendislikle insanların geçmiş travmalarını azdırmaya kendilerini adadılar. Özellikle Kürtler, Aleviler, beyaz Türkler, kentli kadınlar, gayrımüslimler, yani AK Parti tabanı dışındaki kesimlerin duygularına, hassasiyetlerine dönük bir “nefret oyunları” kurgulandı. Bu kötücül tercih, zaten zayıf olan toplumsal kesimler arasındaki ortak vatan/ortak gelecek konsensusunu kırmak ve buradan bir darbe çıkarmak içindi.’’
8 Esayan, Markar, ‘’Ne Türk, ne Kürt, üst-kimlik sorunu...’’, Akşam, 9 Temmuz 2016
Yazısının bir bölümünde dindar Türk ve Kürtlere ayrıca değinmektedir. Dindar Türk ve Kürtlerin sağduyusu ve demokratlığı sayesinde; T.C.nin üzerinde oynanan bunca mühendisliğe rağmen bir iç savaşa sürüklenmediğini öne sürmektedir. Bu çerçevede bazı Türk ve Kürtlerin İslam üst çatısı altında birleştikleri çıkarımını yapmak yanlış olmayacaktır. Bu üst kimlik de Kürt ve Türklerin tamamen ayrışmasını engelleyen bir etken olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu argümanlarından hareketle kürt sorunu ve benzeri kimliksel sorunların çözümü için öncelikle bir üst kimlik yaratılması gerekliliğine dikkat çekmektedir.
Mustafa Akyol’un Temmuz 2011’de kendi web sayfasında yayınladığı ‘’Ümmetçilik ve Kürt Sorunu’’ üzerine yazısı
Akyol Kemalist Tek Parti rejimi döneminde uygulanan politikalarla Kürt Sorunu’nun kökeninde yatan en büyük kırılmaya yol açıldığını öne sürüyor. Rejimin takip ettiği iki temel politikanın sonucu olarak kürt sorununun ortaya çıktığını ifade ediyor:  1.si bu rejimin Osmanlı’dan miras kalan “İslam milleti” yerine baskıyla ve asimilasyonla “Türk milleti” yaratmaya çalışması; 2.ise yaratmaya çalıştığı bu Türklüğün kökenini de pagan Orta Asya’da ve “asil kan”da araması. Akyol yazısında kürt sorununun çözümü için Ümmetçiliğin oynayabileceği önemli role işaret ediyor. Türkler ve Kürtler arasındaki ortak İslam bağının varlığının iki kesim arasındaki kaynaşma ve entegrasyonun sağlanmasındaki önemini vurguluyor. Dolayısıyla Ümmetçi bir politika takip etmenin kürt sorununun çözümüne katkı sağlayacağı çıkarımını yapıyor.
Kendisi Türkiye’de Kürt meselesine bakışta kabaca üç siyaset tarzı olduğunu ve bu tarzların belli kesimlerce takip edildiğini düşünüyor. Birincisi Kürtlerin Türkleştirilmesi ve asimilasyonu siyasetidir. Akyol yazısında bunu “ne mutlu Türküm diyene” siyaseti olarak adlandırmış. Bu siyasetin Kemalizm tarafından üretildiğini ve bugün MHP tarafından da
9 http://www.mustafaakyol.org/turkce-yazilar/ummetcilik-ve-kurt-sorunu/
benimsenildiğini söylüyor. İkinci siyasette, Kürt kimliği çoğulcu bir “Türkiye milleti” nin bir parçası olarak değerlendirilmekte ve bir ortak kader vurgusu yapılmaktadır. Yani Kürt kimliğine saygı duyulmakta ama üst bir kimliğe dahil edilmektedir. Muhafazakar kesim Kürtleri İslam ve Osmanlı üst kimliğinin bir parçası olarak görüyorlar. (İslam kardeşliği, Ümmetçilik) Üçüncü siyaset tarzı ise, bir tarafta PKK/BDP hareketi, diğer tarafta da marjinal Türk ırkçıları tarafından temsil edilen etnik milliyetçiliktir. Bu siyasete göre Türkler ve Kürtler, ayrı “kaderleri” olan iki ayrı halk olarak değerlendirilir. Akyol meseleye etnik milliyetçi bakılmasının çözümün önünde engel olduğunu, soruna çoğulcu bir yaklaşımla yaklaşılması gerekildiğini vurgulamaktadır. İslam kardeşliği vurgusunun bir Türkiyelilik üs kimliği yaratılmasında çok önemli bir katkısının olacağını savunmaktadır.
Kürt Siyasal Hareketi ve İslam
Çözüm süreci sürecinde İslam’ın birleştirici rolünün Kürt kesim tarafından da vurgulandığını görmekteyiz. Öcalan’ın Nevruz mesajında İslami kesimlerle barış ve uzlaşı arayışına dair verdiği mesajlar, “sivil cumalar” ve “İslam kardeşliği” vurguları bu duruma önek olarak verilebilir. Buna ek olarak Abdullah Öcalan’ın yönlendirmesi ile yapılan “Demokratik İslam Kongresi ve bu kongrede yapılan İslami referanslar da Kürt siyasal hareketinin “İslam Kardeşliği” ile “ümmetçiliği” esas alan bir “Demokratik İslam Sentezi” inşasına giriştiğini göstermektedir. Kürt siyasal hareketinin bu girişimi bazı kesimlerce “Türk İslam Sentezi”ne karşı “Kürdistan İslamcılığı” inşa edilmesi olarak değerlendirilmiş ve eleştirilmiştir. Eleştirenlerden bazıları da bu girişimi Sünni İslam’dan bir “kurtuluş teolojisi” üretme çabası  olarak değerlendirmişlerdir. Bununla birlikte çözüm sürecine sağlayacağı olumlu katkıdan dolayı bu girişimi destekleyen ve sahip çıkan kesimler de olmuştur.


10 Mayıs 2014, BBC Türkçe Haberi, ‘’ Diyarbakır'da 'Demokratik İslam Kongresi’’
Kongre boyunca Kur’an'da ve Peygamberin sünnetinde var olan “Çok kimliklilik, çok dillilik ve çok renklilik” gibi kavramlara vurgu yapıldığını görmekteyiz. Öcalan da kongreye “Mümin kardeşlerim” diye başlayan üç sayfalık bir mesaj gönderdi. Abdullah Öcalan mesajında, “çağdaş İslami ümmetin millet birliğini” anlamlı bulduğunu, bunun ise asla “tek devlet, tek millet, tek bayrak zırvalamaları anlamına gelmediğini” ileri sürdü. Öcalan, ‘birbirinizi tanıyasınız diye sizi farklı kavimler halinde yarattık’ ayetine de referans vererek bir çoğulculuk esasına dayalı bir ‘İslami milletler birliği’ fikrini öne sürdü.
Demokratik İslam Kongresi 15 maddelik Sonuç Bildirgesinde Medine Sözleşmesi’ni günümüzde yaşanan sorunların çözümü için bir model olarak önermektedir. Anlaşmanın bazı hükümlerini günümüzde yaşanan kürt sorununa yönelik çözüm önerisi olarak sunmuşlardır. Bu bildirgeden seçtiğim konum için önemli olduğunu düşündüğüm dört madde:
2. madde: ‘’Medine Sözleşmesi'nin birinci maddesinde "Ümmet", çok kimlikli, çok dilli ve çok inançlı bir anlama sahiptir. Siyasi ve itikadi yaklaşımlar, Ümmetin farklı din, mezhep, inanç, etnik ve diğer tüm toplumsal gruplardan oluştuğunu dikkate almalıdır. Temel hak ve hürriyetlerin kullanımında, toplumların ve bireylerin kendilerini ifade etmelerinde adaletli, eşitlikçi ve özgür bir anlayışı kurumsallaştırmaları ve hukuki güvenceye kavuşturmaları İslami bir zorunluluktur.’’
4.madde: ‘’Kürtler, yaşadığı topraklarda tarih boyunca din ve Ümmet adına üzerine düşen her türlü sorumluluğu ve fedakarlığı yerine getiren kadim halklardan biridir. Şimdi ise Kürtlerin karşı karşıya kaldığı otoriter laikçi, ulus devletçi, mezhepçi ve ırkçı saldırılar karşısında Ümmet'in de sorumluluk ve fedakarlık göstermesi gerekmektedir.’’
10 Sarı, Zübeyde, Onuş, Sinan, ‘’ Diyarbakır'da 'Demokratik İslam Kongresi'’, BBC Türkçe,10 Mayıs 2014
8.madde: ‘’Türkiye'de Kürt sorununun barışçıl çözümüne dönük tarafların ortaya koymuş olduğu irade herkes tarafından önemsenmelidir. Barışın kalıcı hale gelmesi için ivedilikle yasal düzenlemelerin, Medine Sözleşmesi'nin müzakere yöntemleri de dikkate alınarak hayata geçirilmesi gerekmektedir.’’
12 madde: ‘’ İslam'ın temel öğretisi ve siyaset tecrübesi farklı etnik gruplara, inançlara, dinlere ve kültürlere eşit yaklaşma üzerine kuruludur. Bu kapsamda Türkiye'de başta Aleviler, Ermeniler, Süryaniler, Ezdiler olmak üzere tüm grupların hassasiyetleri gözetilerek; temel hak ve hürriyetleri Anayasal düzeyde de garanti altına alınmalıdır.’’
SONUÇ
Bu gazete ve haber yorumlarından hareketle süreci destekleyen kesimlerin ve kürt kesimin süreç boyunca kürt sorununa yönelik nasıl bir yaklaşım benimsediklerini anlamak mümkündür. Bu haber ve yorumlardan da gördüğümüz üzere 2009 Demokratik Açılım’la başlayan ve 2013 Çözüm süreci ile devam ettirilen politikalar Kürt Sorunu’na yönelik paradigmaların köklü bir şekilde değiştiğini göstermektedir. Çözüm Süreci’nin 2015 yılının ortalarında akamete uğradığını ve günümüzde de sürdürülmediğini görmekteyiz. Ama bence bu durum Ak Parti iktidarı ile birlikte gelişen yeni anlayış ve ortaya çıkan yeni paradigmaların değişikliğe uğradığını göstermez. Yukarıda yazısına yer verdiğim Mehmet Emin Ekmen’in de ifade ettiği gibi Demokratik açılım ve Çözüm Süreci’nin farklı süreçler olarak değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Ateşkesin sona ermesi ile birlikte son dönemde iktidarın sertleşen söylemi Kürt halkının kendisine yönelik değil, PKK/KCK gibi terörist örgütlere yönelikdir. Yani Kürt Sorunu’na yönelik bir söylem ve anlayış değişikliği olduğunu düşünmüyorum. Yukarıda yer verdiğim anlayışlar bugün de aynı kesimler tarafındn büyük oranda sürdürülmektedir. PKK’nın silahsızlandırılması girişimi başarılamamasına rağmen, Ak Parti iktidarı ile birlikte başlatılan ‘’Sessiz Devrim’in’’ bugün de devam ettirilmeye çalışıldığını düşünmekteyim.
      KAYNAKÇA:
1)      SETA ODAK, Kürt Meselesi-Zaman Çizelgesi
2)      19 Ocak 2013 tarihli Enine Boyuna programı, https://www.youtube.com/watch?v=2q-rINNzkI8
3)      Ekmen, Mehmet Emin, Star Açık Görüş, 5.12.2015
4)      Yasin, İlker, "Kürt Açılımı-Demokratik Açılım'a dair-2", Bilim ve Toplum, 28 Ağustos,2009
5)       Özhan, Taha, ’’Çözüm Süreci Biterse’’, Sabah, 9 Kasım 2013
6)      Özhan, Taha, ‘’Çözüm Süreci’nin Dönüştürücü Gücü’’, Sabah, 20 Nisan 2013
7)      Şakir, Aydın, ‘’Cumhurbaşkanı sayesinde Kürt meselesi etnik sorun olmaktan çıktı’’, 19 Şubat 2016
8)      Esayan, Markar, ‘’Ne Türk, ne Kürt, üst-kimlik sorunu...’’, Akşam, 9 Temmuz 2016
10)  Sarı, Zübeyde, Onuş, Sinan, ‘’ Diyarbakır'da 'Demokratik İslam Kongresi'’, BBC Türkçe,10 Mayıs 2014






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder