GİRİŞ
Mısır’da
devrim sürecinin başladığı andan itibaren Körfez’de “devrim ihracı” endişesi
ortaya çıkmaya başladı. Bu yayılmayı engellemek için KİK ülkeleri öncelikli
olarak kendi meşruiyetinin ve rejiminin sorgulanmasına yol açacak hareketlerin
ülkesinde yayılması tehlikesini önlemeye çalışdı. Daha sonra yakın çevresinden
başlayarak sürece doğrudan müdahil olmaya çalıştı ve savunma temelli aktivist
bir politika takip etti. Bu süreçle birlikte silahlanma ve savunma
harcamalarında büyük bir artış görüldü. Yani Arap Baharı ile birikte başlayan süreçde
bu ülkelerin savunmacı, güvenlikçi, müdahaleci ve aktivist bir tavır
sergilemeleri, bölgesel düzenin statik yapılarında meydana gelen çözülmeler ve
bu çözülmelere gösterilen reaksiyonun bir tezahürü olarak okunmalıdır. Körfez’deki ülkelerin
2010’dan günümüze yaşadığı problemlere karşı tepkisel bir yaklaşım sergilediklerini
görmekteyiz. Bu ülkelerin son beş-altı yıldır politik ve askeri tercihlerinde
bir süreklilik olduğunu söyleyebiliriz.
Arap
Baharı ile birlikte başlayan ve günümüze dek gelen süreçde körfez ülkelerinin
çok kapsamlı ve çok boyutlu tehditler ile karşılaştıklarını ve bu tehditler karşısında
çok ciddi bir güvenlik problemiyle yüzleşmek durumunda kaldıklarını
görmekteyiz. Ortadoğu’daki mevcut istikrarsızlığın gittikçe artması, İran ile varılan
nükleer anlaşma, Suudi Arabistan-İran arasında tırmanan siyasi gerilim, bölgesel
rekabet ve bölgenin ABD için stratejik öncelik olmakdan çıkması körfez
ülkelerinin statik bir duruştan aktif politikalara evrilmesine yol açmıştır.
KİK ülkelerinin
isyanlar karşısındaki tutumu iki farklı boyutta değerlendirilebilir.Körfez
ülkeleri Körfez alt-bölgesinde statükonun korunmasından yana tavır alırken,
Körfez dışında mevcut statükoyu korumak için çıkarları doğrultusunda, aktivist
savunmacı bir politika takip etmiştir.Körfez ülkelerinin kendi alt bölgelerinde
Arap isyanları süresince benimsedikleri genel tutuma baktığımızda, mevcut
iktidarlarını ve rejimlerini korumak ve
devam ettirmek amacı ile isyanlar karşısında kendi ülkelerinde köklü siyasi
açılımlar yapmadıklarını görmekteyiz. Sahip oldukları doğal kaynaklar ve
zenginlikler ile diğer Arap ülkelerinden ayrılan Körfez ülkeleri, modernist
cumhuriyet rejimlerinde ortaya çıkan ayaklanmaların kendi ülkelerine de
sıçramasından korkmuşlar ve halkı sakinleştirmek için iç siyasetlerinde başta
ekonomik olmak üzere siyasi ve sosyal pek çok küçük, sembolik ve uzun vadede
etkili olamayacak değişim programları/reformlar uygulamaya başlamışlardır. Bu
süreçde bu ülkelerin ‘’havuç-sopa
politikası’’ takip ettiklerini söylemek mümkündür. Körfez ülkeleri ekonomik
araçları kullanarak vatandaşlarının ekonomik ve toplumsal durumunu
iyileştirirken; siyasi düzeyde sert ve otoriter tedbirler alma yoluna
gitmişlerdir.
Arap Baharı’nın
başlaması ile birlikte genel olarak bütün Körfez ülkelerinde siyasi ve sosyal
alanın daraldığından söz etmek mümkündür. Bu baskı ve sindirmenin etkisini
azaltmak için bu ülkeler memurların ücretlerini arttırma, istihdam
politikalarını değiştirme, yeni kurumlar ihdas etme, yeni siyasal katılım
yolları oluşturma ve yetkileri görece dağıtma gibi yöntemler kullanmış ve bu
yolla iç siyasette istikrarı sağlamaya ve korumaya çalışmışlardır.
Körfez dışında
takip ettikleri politikalara baktığımızda başlangıçta Batıcı ve modernist cumhuriyet rejimlerine
destek çıktıklarını ancak mevcut rejimlerin varlıklarını devam
ettiremeyeceklerini anladıktan sonra, bu cumhuriyetlerdeki ayaklanmalara
ekonomik, siyasi ve askeri destek verdiklerin, görmekteyiz. Ki verdikleri bu
destek sonucunda bu isyan dalgası kendilerine de ulaşacaktır.
Bu noktadan
hareketle körfez monarşilerinin isyanlar süresince çelişen ve tutarsız bir
tutum sergilediklerini söylemek mümkündür. Hem içerde ve dışarda takip ettiği
politikaların uyumsuzluğu, hem de dışarda takip ettiği politikaların dönemsel
değişimler göstermesi ve ülkeden ülkeye politikalarının değişmesi, Körfez
üyelerinin homojen bir tavır göstermediğini göstermektedir. İsyanlara daha çok
pragmatik bir temelde yaklaşılmış, ilkesel ve ahlaki bir dış politika takip
edilmemiştir. Bununla birlikte Arap
Baharı ile birlikte başlayan dönemde bölgedeki statik dengenin bozulmaya
başlaması Körfez’deki ülkeleri tedirgin etmiş ve onları savunmacı aktivist
politikalar takip itmeye itmiştir.
Körfez
ülkelerinin bölgesel bir ittifak içinde olmalarına rağmen bu ülkelerin her
birinin iç siyasetlerindeki koşulların farklı olması dolayısıyla zaman zaman dış
politikalarının birbirlerinden farklılaşabildiğini de göz önünde bulundurmak
gerekir. Birleşik Arap Emirliklerinin Arap Baharı karşısında takındığı tutum ve
süreç boyunca izlediği politika diğer Körfez ülkeleri ile genelde benzer
eğilimler göstermekle birlikte bu süreçde takip ettiği politikaların arkasında
yatan siyasi, ekonomik, etnik ve mezhepsel nedenlerdiğer KİK ülkelerinden
farklılaşmaktadır.
Dolayısıyla bu çalışmada analiz çerçevesi
daraltılarak ülke bazlıbir araştırma yapılacak ve BAE’nin isyanlar süresince
içerde ve dışarda takip ettiği politikalar analiz edilecektir.Bu çalışmanın
amacı Birleşik Arap Emirliklerinin Arap Baharı ve sonrasında takip ettiği dış
politikanın küresel, bölgesel ve yerel( domestic) düzeyde analizinin yapılması
ve bu süreçde BAE’nin dış politika yapım sürecini etkileyen çeşitli belirleyici
faktörlerin tespit edilmesidir.Takip ettiği dış politikanın yerel düzeyde
inceleneceği bölümde Arap Baharı’nın BAE’nin iç siyaseti üzerinde yarattığı
etki de analiz edilecek ve BAE’nin bu süreci büyük iç sorunlar yaşamadan
atlatabilmesinin arkasında yatan dinamikler de incelenecekdir. BAE’nin dış
politika analizi yapılırken yöntem olarak Raymond Hinnebusch ve Anoushiravan
Ehteshami’nin The Foreign Policies of Middle East States isimli makalesinden
kullanılan kavramsal çerçeveden yararlanılacakdır.
BAE’NİN
ARAP BAHARI VE SONRASINDA TAKİP ETTİĞİ DIŞ POLİTİKANIN ANALİZİ
RESMİ DIŞ POLİTİKA KONSEPTİ ÇERÇEVESİNDE
GENEL BİR DEĞERLENDİRME
Birleşik
Arap Emirlikleri federasyonunun dış politikasının genel çerçevesi ve
yaklaşımlarının kurucu baba olarak bilinen Şeyh Zayed bin Sultan Al Nahyan
tarafından belirlendiğini görmekteyiz. BAE’nin dış politikasının temelleri; iyi
komşuluk, anlayış, iç işlerine karışmama ve uyuşmazlıkların barışçıl yollarla
çözülmesi olarak belirlenmiştir. Farklı
kıtalardan farklı ülkelerle farklı düzeylerde stratejik ortaklıklar
geliştirmesi ve bu ilişkilerini şeffaflık ilkesi çerçevesinde sürdürmesi,
BAE’nin uluslararası toplumda etkin bir aktör olarak yer almasını sağlamıştır. Bu
yaklaşımda bölgesel barış, stabilite ve güvenliğin temini için BAE’nin
komşularına ve uluslararası topluma bağlılığı vurgulanmaktadır.Dış
politikasının ana prensipleri ise müzakere, diplomasi ve yardıma muhtaç halk ve
devletlere yardım etme istek ve kararlılığıolarak saptanmıştır. BAE dengeli ve
etkili bir dış politika sürdürmektedir. Devletler arasında eşitlik ilkesine ve
devletlerin iç işlerine karışmama ilkesine de özel bir önem vermektedir. Ayrıca
uluslararası anlaşmalara ve uluslararası hukuka bağlılığını ifade etmekte ve
uluslararası organizasyonlarda aktif bir rol benimsemeye çalışmaktadır. ()
BAE’nin resmi dış politika konseptinde üzerinde durulan bir diğer konu ise
BAE’nin tarafsız bir ülke olduğu ve doğu ile batı arasında bir denge politikası
takip ettiğidir. Bu çerçevede uluslararası toplumla ve uluslararası
kuruluşlarla etkili, dengeli, çok boyutlu ve geniş kapsamlı ilişkilerin
kurulması ve sürdürülmesine önem verilmektedir.
1http://www.uaeinteract.com/government/foreign_policy.asp
3http://mofa.gov.ae/EN/TheMinistry/Pages/UAE-Foreign-Policy.aspx
Yani
BAE’nin mevcut uluslararası sistemle barışık olduğunu ve kendisini bu sistemin
önemli bir parçası olarak nitelendirdiğini görmekteyiz. BAE uluslararası
sistemdeki rolünü 'good global citizen' olarak tanımlamaktadır.
BAE’nin
dış politikadaki en önemli önceliğinin bölgesel güvenlik, stabiliteve
statükonun sağlanması olduğunu görmekteyiz Dışişleri Bakanı Şeyh Abdullah bin
Zayed'in BM Genel Kurulu’nun 70.oturumunda yaptığı konuşmada; günümüzde
Ortadoğu’nun yüzleşmekte olduğu aşırılık, terörizm,insan kaçakçılığı,
devletlerin iç işlerine müdahale ve
devletlerin egemenlik haklarına saygısızlık gibi durumların bölgesel
istikrar ve statükonun önündeki en büyük engeller olduğunu öne sürdüğünü ve
bunlarla mücadelede kararlılık mesajları verdiğini görmekteyiz.BAE’nin
bölgedeki mevcut statükoyu sarsacak artan gerilim ve şiddetten dolayı tedirgin
olduğunu görmekteyiz. Son dönemde artış gösteren terörizmin bölgeyi destabilize
ettiği ve güvenliksizleştirdiği görüşünden hareketle terörizme karşı net ve
sert bir tavır benimsemektedir.Dolayısıyla BAE’nin dış politikasının en önemli
ayaklarından birisi de terörizm ve aşırılıkla mücadelede bölgesel ve
uluslararası işbirliği mekanizmalarının aktif bir parçası olmaktır. Bu
çerçevede BAE’nin IŞİD karşıtı koalisyon
ve Global Counterterrorism Forum’da aktif olarak yer aldığını görmekteyiz. Şeyh
Abdullah’ın yaptığı konuşmalara bakıldığında IŞİD, El-Kaide, Hizbullah,
Ansar-Allah ve benzeri extremist organizasyonların kendi siyasi çıkarları için
dini araç olarak kullandıklarını öne sürdüğünü görmekteyiz.Bu yapıların İslam
adına yaptıkları terörist faaliyetleri kınamakta ve bu faaliyetlerin İslam’ın
toleransı, barış içinde bir arada yaşamayı ve hoşgörüyü esas alan öğretisi ile
alakası olmadığını savunmaktadır.
Ayrıca
bu örgütlerin son yıllarda artık sınır aşan bir karakter kazanmaları ve sadece
kendi bölgelerini değil tüm dünyayı tehdit eder hale gelmeleri sebebi ile BAE’nin
terörizmle mücadelede uluslararası toplumla işbirliğineözel bir önem verdiğini
görmekteyiz.BAE Arap Baharı ile birlikte başlayan süreçden günümüze bölgeye
yönelik oldukça aktif bir politika izlemektedir. BAE Dışişleri Bakanı’nın da
dile getirdiği üzere BAE, bölgede güvenlik ve stabiliteyi yeniden inşa etmek,
bu krizlerden etkilene ülkelerin bu
tehditlerle mücadelelerinde onlara yardımcı olmak ve bu ülkelerin insanlarının
güvenliğinin sağlanması için uluslararası işbirliği mekanizmalarında etkin bir
rol oynamaktadır. BAE yetkililerine göre BAE siyasi, insani, gelişmeye yönelik
ve güvenlik temelli çeşitli mekanizmalar yoluyla bölgede barışı ve stabilitiye
korumak için böyle aktif ve etkili bir dış politika takip etmektedir. Kendisine
zayıf ve korumasız devletlerin hakkını savunma gibi bir misyon edindiğini
görmekteyiz. Ayrıca ihtiyacı olan ülkelerin gelişmeleri için yaptıkları insani
yardımlar da önemli dış politika araçlarından birisidir. Bu politikası ile
dünyanın en cömert donörü olarak nitelenmektedir. 2001 yılından beri 10 milyar doların üstünde yardımda bulunduğu
bilinmektedir. İnsani ve ahlaki dış politika gibi kavramların da BAE dış
politika konseptinde yer ettiğini görmekteyiz.
Tarihsel süreçde bakıldığında hemen tüm bölgesel anlaşmazlıklara
müdahil olmaya çalıştığını görmekteyiz. BAE Silahlı kuvvetlerinin çok sık
bölgede çatışmaların sürdüğü ülkelere barışı koruma güçlerini yolladığını veAbu
Dhabi ve Dubai’deki yönetici ailelerin
sürekli barış anlaşmalarında arabulucu olma arayışında olduklarını görmekteyiz.
Uyguladığı bu stratejiler BAE’nin deniz ötesi yardım programlarını hayata
geçirebilmesini de kolaylaştırmıştır. Ayrıca bölgesindeki gelişmelere duyarlı
bir Arap arabulucu devlet imajı çizerek bölge ülkeleri gözündeki prestijini artırdığını
görmekteyiz. BAE’nin askeri olarak batıya aşırı bağımlı bir halde olması ve
batılı süper güçlerin güvenlik şemsiyesi altında olması Arap dünyasındaki BAE
imajını kötü etkilemektedir. Duyarlı ve arabulucu bir Arap devlet imajı
çizmesinin, insani ve kalkınma yardımında bulunma gibi politikalarının Arap
halkları nezdinde kötü imajını düzeltmeye yönelik olduğunu söyleyebiliriz. Bu
yollarla Arap kamuoyunun dikkatini batılı devletlerin sıkı bir müttefiki olduğu
ve onların çıkarlarına paralel hareket ettiği gerçeğinden uzaklaştırmaya
çalışmaktadır. Bu yönleri ile BAE’nin başarılı ve maharetli bir dış politika
yürüttüğü görüşünü savunan uzmanlar vardır.
ARAP BAHARI VE SONRASINDA
TAKİP ETTİĞİ DIŞ POLİTİKA
Mısır’da
devrim sürecinin başladığı andan itibaren BAE’de “devrim ihracı” endişesi
ortaya çıkmaya başladı. Bu yayılmayı engellemek için BAE öncelikli olarak kendi
meşruiyetinin ve rejiminin sorgulanmasına yol açacak hareketlerin ülkesinde
yayılması tehlikesini önlemeye çalışdı. Daha sonra yakın çevresinden başlayarak
sürece doğrudan müdahil olmaya çalıştı ve savunma temelli aktivist bir politika
takip etti. Bu süreçle birlikte silahlanma ve savunma harcamalarında büyük bir
artış görüldü. Yani son Arap Baharı ile birikte başlayan süreçde BAE’nin
savunma harcamalarında bir tavır sergilemesi, bölgesel düzenin statik
yapılarında meydana gelen çözülmeler ve bu çözülmelere gösterilen reaksiyonun bir
tezahürü olarak okunmalıdır.
4Davidson, Christopher M., Power and Politics
in the Persian Gulf Monarchies, UK: Hurst Company London, 2011, s.24, 25
5Erboğa, Abdullah, ‘Arap Baharı Sonrası
Körfez Güvenliği ve Savunmacı Aktivizm’’, SETA Analiz, Sayı:154, Mart 2016,
s.8,9
Bir
başka deyişle BAE kendisine avantajlı bir pozison sağlayan bölgedeki mevcut
statükoyu korumak için aktivist, müdahaleci, savunmacı ve güvenlikçi bir
politika takip etmeye başlamıştır. BAE 2010’dan günümüze yaşadığı problemlere
karşı tepkisel bir yaklaşım sergilemektedir. Son beş-altı yıldır politik ve
askeri tercihlerinde bir süreklilik olduğunu söyleyebiliriz.
BAE’nin
Arap Baharı süresince takip ettiği dış politikaya bakıldığında genel olarak
bazı ülkelerde değişim taleplerine kayıtsız kalıp, önüne geçmeye çalışırken,
diğer bazı ülkelerde ise değişim için maddi ve manevi her türlü desteği
vermekten kaçınmadığını görürüz.Örneğin, iki ülke liderleri
arasındaki kişisel yakınlıktan dolayı BAE Mısır konusunda çekingen davranmış,
Hüsnü Mübarek’in daha güvenli bir şekildegörevi bırakmasından yana olmuştur. Libya’da
ise Katar gibi davranarak muhaliflereaskeri destek sağlamıştır. BAE
seçkinlerinin, Arap Baharı’yla ilgili körfez bölgesinden uzaktaki olaylarla KİK
içerisindeki rahatsızlıklar arasında farklı tutumlaraldıkları görülür. Bu durum
BAE dış politikası için bir ‘’çifte standard’’ olarak nitelenebilir. Özellikle
Libya ve Suriye gibi Arap Baharı’nın sert bir biçimde etkilediği ülkelerdeki
rejimler rahatça ve açıktan eleştirilirken, Bahreyn gibi KİK üyesi ülkelerdeki
olaylar seçkinler ve medya tarafından geçiştirilip, göz ardı edilmiştir.
BAE’nin körfezde statükoyu korumaya yönelik duruşunu gösteren
en somut örneklerden biri Bahreyn’deki
ayaklanmaları bastırmak için Suudi Arabistan’a destek vererek ülkeye yüzlerce
silahlı polis göndermesi ve ortaklaşa bir askeri müdahale gerçekleştirmesidir.
BAE
seçkinleri, Libya ve Suriye gibi otoriter rejimleri kendilerine karşıt örnekler
olarak değerlendirmiş ve KİK ülkeleri ile bu ülkeleri kıyaslama yoluna
gitmişlerdir. Otoriter rejimlerin hakim olduğu ülkelerde yönetimlerin
halklarına zulmettiğini, BAE ve KİK liderlerinin ise vatandaşlarının her türlü
ihtiyacını karşılamak için çalıştıkları ve ülkenin geleceği için akıllı
yatırımlarda bulundukları argümanını savunmuşlardır. Dubai Emiri el-Maktum’un sözlerinin
de Arap Baharı’na yönelik resmi bakışı yansıttığını görmekteyiz. El-Maktum Arap
Baharı’nı uzun süredir bekleyen halkların eseri olarak nitelendirmiş ve bölgedeki
Arap liderlerinin kendilerini değiştirmeleri gerektiğini söylemiştir. Ona göre,
bazı hükümetler halklarına değil sadece kendilerine hizmet etmektedirler.
Benzer bir kıyaslamayı KİK ülkelerinin batılı müttefiklerinin de yaptıklarını söylemek
mümkündür.
6 Ataman, Muhittin, Demir, Gülşah, Neslihan,
‘’Körfez Ülkelerinin Ortadoğu Politikası ve Arap Baharı’na Bakışları’’, SETA
Analiz, s:52, Ekim 2012,s.8-19
BAE DIŞ POLİTİKASINDA SAVUNMACI AKTİVİZMİN
YÜKSELİŞE GEÇMESİ
Arap
Baharı ile birlikte başlayan süreçde BAE’nin diğer KİK üyesi ülkeler gibi iç ve
dış politikasında güvenlikçi bir
yaklaşımı merkezileştirdiğini görmekteyiz. BAE Arap Baharı sürecinde yaşanan
gelişmeler sonucunda geleneksel güvenlik ve dış politikasındaki mevcut
paradigmaları değiştirmiş ve artık daha aktif, iddialı, güvenlikçi ve
müdahaleci bir profil sergilemeye başlamıştır. Bu değişimle paralel olarak
askeri kapasitesinde de büyük bir artış gözlemlenmiştir.2010 yılında başlayan
süreçden günümüze Yemen’de, Suriye’de, Libya’da yaşanan gelişmelere doğrudan
müdahil olduğunu görmekteyiz. BAE ekonomik ve askeri konularda Batı için
“stratejik” ortak olarak daha çok ön plana çıkmaya başlamış ve güvenlik
alanında sadece tüketici olarak değil güvenlik aynı zamanda güvenlik ihraç eden
ülkeler statüsüne yükselmiştir.Körfez ülkelerinin tarihlerindeki ilk kapsamlı
güç kullanımı olarak nitelenen Yemen müdahalesi Arap Baharı ile birlikte
başlayan refleksif tercihin somut yansımasıdır.
ARAP BAHARI İLE BİRLİKTE BAŞLAYAN SÜREÇDE
SAVUNMACI AKTİVİST BİR DIŞ POLİTİKA TAKİP ETMESİNİN ARKASINDA YATAN FAKTÖRLER NELERDİR?
Bölgesel Ve Küresel Faktörler: Arap
Baharı ile birlikte başlayan ve günümüze dek gelen süreçde körfez ülkelerinin çok
kapsamlı ve çok boyutlu tehditler ile karşılaştıklarını ve bu tehditler karşısında
çok ciddi bir güvenlik problemiyle yüzleşmek durumunda kaldıklarını
görmekteyiz. Ortadoğu’daki mevcut istikrarsızlığın gittikçe artması, İran ile varılan
nükleer anlaşma, Suudi Arabistan-İran arasında tırmanan siyasi gerilim ve
bölgesel rekabet körfez ülkelerinin statik bir duruştan aktif politikalara
evrilmesine yol açmıştır. Bu çerçevde BAE’yi aktivist bir dış politika takip
etmeye iten temel faktörlere bakacak olursak: 1)Ortadoğu’da otorite boşluğundan yararlanarak ortaya çıkan DAİŞ
gibi ulus-devlet sistemine meydan okuyan terör örgütlerinin etkinlik alanını
artırmaları ve bölgede kaos ve istikrarsızlığın artması. 2)İran’ın, Ortadoğu’daki istikrarsızlıktanyararlanarak bölge
üzerinde hakimiyetini genişletme çabaları ve nükleer anlaşma ile birlikte nüfuzunu
daha da genişletmesi ve buna paralel olarak tırmanışa geçen bölgesel rekabet
7Erboğa, Abdullah, ‘Arap Baharı Sonrası
Körfez Güvenliği ve Savunmacı Aktivizm’’, SETA Analiz, Sayı:154, Mart
2016,s.12-15
8Hinnebusch,Raymond, Ehteshami, Anoushiravan,
‘The Foreign Policies of Middle East States’’, Lynne Rıenner, 2014, s.1-20
3)Bölgeye
tarihsel olarak nüfuz eden ABD’nin dış politikada Asya-Pasifik eksenini öncele mesiyle
kendi dış politikasında körfez bölgesinin stratejik değerinin azaldığını
görmekteyiz. ABD’nin Körfez ülkelerinin güvenlik ihtiyaçlarına yönelik, pasif diplomatik
tercihlerde bulunmaya başlaması Körfez güvenliğinin türbülans yaşamasına sebep
olmuş ve Körfez ülkeleri kısa ve orta vadeyi kapsayan bir savunma ve güvenlik
stratejilerinin olmadığının farkına varmışlardır. Ortaya çıkan güvenlik
boşluğunun bölgesel güçler ve devlet dışı aktörler tarafından doldurulmaya başlanması
körfez ülkelerini güvenlik eksiklerini gidermeye yönelik tedbirler almaya mecbur
kılmıştır.BAE’nin son yıllarda çok hızlı bir askeri kapasite artırımına
gitmesini bu gerekçelerle açıklayabiliriz. Bölgede bir güç boşluğunun oluşmaya
başlamasının beraberinde getirdiği tedirginlikle Körfez ülkeleri güvenliğe dair
alanlarda refleksif politikalar takip etmeye başlamışlardır. Bu noktadan itibaren
isyanlardan önce daha çok yumuşak güç unsurlarını aktif bir biçimde kullanarak
uluslararası topluma entegre olan BAE’nin sert güç unsurlarını yoğun olarak
kullanmaya başladığını görmekteyiz.
YEREL FAKTÖRLER
DEVLET ÖZELLİKLERİNİN DIŞ POLİTİKA
ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ
Dış
çevre devletlerin yüzleşmekte olduğu zorlukları belirlerken, devlet
özelikleri(devlet oluşumu ve yönetici sınıfın sosyal kompozisyonu) devletlerin
karşılaştıkları bu zorluklara nasıl cevap vereceklerini belirler. Yani
devletlerin bu özellikleri dış devletlerle olan etkileşimlerini ve dolayısıyla bölgesel
sistemin karakterini belirler. Devletler ve sistem arasındaki bu etkileşim
karşılıklıdır ve sistemin özellikleri de devlet davranışlarını belirler.
DEVLET OLUŞUMUNUN DIŞ POLİTİKA ÜZERİNDEKİ
ETKİLERİ
BAE’nin
dışarda güç toplama arayışını nasıl açıklayabiliriz?(2.tartışma konusu)’’Devlet oluşum düzeyi’’(Level of State
Formation) dış politikada mücadele edilen ana tehditleri belirlemektedir.
Konsolide olamamış devletlerde tehditler daha çok iç kaynaklı iken, konsolide
olabilmiş devletlerde dış kaynaklıdır. Konsolide olabilmiş devletlerde iç
tehditler yönetilebilir olmakta ve Rejimler için iç çevre dışarıya karşı bir
destek kaynağı olmaktadır.
9 Hinnebusch,Raymond, Ehteshami,
Anoushiravan, ‘The Foreign Policies of Middle East States’’, Lynne Rıenner,
2014, s.20-34
Küresel
sistemden iç sisteme gelen tehditler konsolidasyonun üst düzeyde sağlanabildiği
dönemlerde minimize edilebilirken, sosyal kohezyon ve konsolidasyonun düşüşe
geçtiği dönemlerde iç sistem açısından etkili sonuçlar doğurabilmektedir.
Britanya’nın resmi olarak bölgeden çekilmesinden sadece 1 gün önce 1 Aralık
1971’de , İran’ın tartışmalı adaları işgal edip ele geçirmesi, henüz devlet
oluşumunun tamamlanmadığı bir dönemde BAE’nin dış tehditlere karşı ne kadar
kırılgan bir yapıya sahip olduğunu göstermektedir. Arap Baharı’ndan doğrudan
etkilenmeden çıkabilmesi ve hatta süreçden daha da konsolide olabilmiş ve
süreci lehine çevirebilmiş bir şekilde çıkması ise ülke içinde konsolidasyonun
sağlanabilmiş olduğunu göstermektedir. BAE’nin 1971’den günümüze devlet oluşumu
sürecine bakıldığında başarılı bir şekilde modernize olabildiğini,
vatandaşlarının yaşam standardını radikal bir biçimde artırabildiğini ve
devleti sağlam temeller üzerinde inşa edebildiğini görmekteyiz.
Devlet
oluşum düzeyi devletlerin uluslararası sistemdeki güç dengesindeki konumlarını
da belirlemektedir. Sadece göre konsolide olabilmiş devletlerin aktif ve etkin
bir dış politika takip edebildiklerini görmekteyiz. Konsolide olabilmiş
devletler askeri gücünü artırabilmek için gerekli kaynaklara ulaşabilmekte ve
dışarıdan gelen tehditlere karşı kendi popülasyonunu mobilize edebilmektedir.
Arap
Baharı süresince BAE’deki rejimin içerde takip ettiği politikalara
baktığımızda, ülkeyi konsolide etmeye ve istikrarı sürdürmeye yönelik adımların
atıldığını görmekteyiz. Bu yolla hem isyan dalgalarının kendilerini de vurmalarını
ve otoritelerinin sarsılmasını engellemişler, hem de isyanlar süresince dışarda
aktif bir dış politika takip edebilmek için içerde uygun bir zemin hazırlamaya
çalışmışlardır.Yani aktif bir dış politika takip edebilmek için öncelikle içerde
istikrarı sağlamaları gerekmekteydi.
BAE iç
siyasetinde Arap isyanlarının olumsuz etkilerini nasıl savuşturabilmiştir? /
Arap Baharı’nın BAE’yi büyük ölçüde teğet geçmesinin sebepleri nelerdir?/
İsyanlar süresince içerde istikrarı nasıl sağlayabilmiştir? Bu
sorunun cevabını birkaç argümanla açıklamak mümkündür;
-Birincisi;
Arap Baharı’ndan etkilenen Arap cumhuriyetlerinde halkları devrime, değişim
talebine ve isyanlara yönlendiren ekonomik sorunların BAE’de büyük oranda
mevcut olmadığını görmekteyiz. Arap Baharının ortaya çıktığı dönemde devlet en
üst düzeyde halkın sağlık, barınma ve eğitim gibi temel ihtiyaçlarını
karşılamaktaydı.
10 Davidson, Christopher M., Power and Politics
in the Persian Gulf Monarchies, UK: Hurst Company London, 2011, s.7-11
Vatandaşlar
genellikle, eğitim, sağlık, ücretsiz barınma gibi tüm ihtiyaçlarının devlet
tarafından karşılandığını ve daha fazla bir şeye ihtiyaç duymadıklarını
düşünmekteydi. Diğer Körfez ülkelerinde de olduğu gibi BAE yönetimi, halka
yüksek standartlı bir ekonomik reform paketi sunmuş ve karşılığında rejime ve
yönetime karşı siyasi sadakat beklemiştir. Özetle zengin bir ülke olduğu için,
Mısır ve Tunus gibi ülkelerde huzursuzluğu ve isyanları alevlendiren ekonomik
baskılardan kurtulmuş, petrole dayalı refah, halk desteğinin elde edilmesini
sağlamıştır.(371)
- Rejimin muhtemel siyasi taleplerin,
girişimlerin ve sivil toplumun hukuki olmayan bastırma ve sindirme yolları ile
önüne geçtiğini görmekteyiz. Ülkede isyanlar süresince herhangi ciddi bir
gösteri yaşanmamakla birlikte, isyanlarla bağlantılı olarak Mart 2011’de,
yetkililerin yasaklamasından önce Hewar sitesinde, blog yazarlarının meşruti
monarşi ve daha fazla doğrudan demokrasi çağrıları sonucu, 133 aktivistin
imzaladığı bir bildiri yayınlanmıştır. Bu
talep mektubu niteliğindeki bildiri devlet başkanına gönderilmiştir. Bu
bildiriye liderlik yapan baş entelektüeller ülke güvenliğini zafiyete uğratan
eylemler içinde bulunmak, kamu düzenini bozmak, hükümet sistemine karşı çıkmak
ve BAE Emirlerine hakaret etmek suçlamalarıyla Nisan ayında tutuklanmışlardır.
Bu aktivistlerin köklerinin dışarıda olduğu ve bazılarının İhvan mensubu
olduklarına ilişkin iddialar ortaya atılmıştır. Mektubu imzalayanlar arasında
İslamcı ve liberal gruplara mensup kişilerin de bulunması Emirlik yetkililerini
tedirgin etmiştir. Güvenlik birimleri Arap isyanlarının itici gücünün İslamcı
kesim olduğu düşüncesinden hareketle BAE içerisinde İslamcı hareketlerin
yayılmasının engellemeyi öncelikli hale getirmiştir.Arap Baharı ile birlikte
Körfez ülkeleri rejim güvenliği endeksli iç politik güvenlik kaygılar taşımaya
başlamışlardır. Bu sebeple Körfez ülkeleriArap Baharı’nda sorunun müsebbipleri
olarak gördükleri aktörlerisistem dışına iterek tasfiye etmişlerdir. Dolayısıyla
BAE’de İslamcı-liberal kesimlerin talepleri hoş görülmemiş ve yönetim, İhvan
başta olmak üzere İslami kesimin önde gelen figürlerini ve insan hakları
aktivistlerini tutuklama ve tasfiye etme yolu ile meydana gelecek değişimin
önüne geçmek istemiştir. Ayrıca hükümet yetkilileri ağırlıklı olarak öğretmen
ve avukatlardan oluştuğu görülen, İslami kesimlerin oluşturduğu meslek
gruplarının kurdukları dernekleri dağıtmış ve faaliyetlerine engel olmuştur.
Bir başka deyişle BAE’de içerde Arap Baharına yönelik mücadele daha çok İslamcı
hareketler üzerinden yapılmıştır ve bu yaşananlar güvenlik konusunda BAE’nin ne
kadar hassas olduğunu kanıtlar nitelikte olmuştur.
11Dinç,Cengiz, ‘’Birleşik Arap Emirlikleri
2011’’, Ortadoğu Yıllığı 2011, s.371-373
-
Dördüncü olarak; bu bildiriye öncülük eden aktivistler; ülkede çok kısıtlı
bir muhalefet olduğunu ve siyasi
değişimi sağlamaya muktedir olacak bir kitlenin olmadığını öne sürmekteydi.
Bu
aktivistlere göre halkın büyük çoğunluğu, güzel ve standardı yüksek hayatlara
ve işlere sahip oldukları için, hükümet şeklinin ne olduğu ve nasıl olması
gerektiği ile pek fazla ilgilenmemekteydi. Bir başka deyişle, halk, herkesin
içinde bulunduğu gemiyi batırmama, iyi giden düzene çomak sokmama şeklinde bir
yaklaşımla olaylara yaklaşmaktadır. Aktivistlerden Sorbonne Üniversitesi’nin
Abu Dabi kampüsünde öğretim üyesi olan Nasır bin Ğayt’a göre, rahat bir hayatın
bedeli demokrasi eksikliği olmak zorunda değildi ve BAE’deki siyasal hayat daha
demokratik bir forma dönüştürülmeliydi.
-
Beşinci olarak; vatandaşlara yönelik kitle iletişim araçlarında otoriter
yapının etkisi açık bir şekilde hissedilmektedir. BAE kanunlarına göre Ulusal
Medya Konseyi, Başkan tarafından atanan üyelerden oluşmaktadır. Bu konseye özel sektörün elinde olanlar da dahil olmak
üzere tüm yayınlara lisans verme ve sansür uygulama yetkisi verilmiştir.
Hükumet hakaret içeren ifadelere ceza
uygulanması ve rejimin ve liderlerin eleştirilmesine engel olmak amacıyla para
ve hapis cezalarını da kullanmaktadır.
-
Altıncısı; 9.346.000 kişilik bir nüfusu olan BAE’nin %83,5’inin yabancı
işçilerden oluştuğunu görmekteyiz. Nüfus yapısı dolayısıyla BAE’de yabancıların
siyasi faaliyetlerine veya protestolarına izin verilmemesi de isyanların bu
ülkede baş gösterip, yayılmasının önündeki engellerden biridir.
-Arap
isyanlarının, monarşi rejiminin devamlılığı ve yönetim gücü bakımından ciddi
bir soruna yol açmamasının bir diğer sebebi; BAE’de diğer körfez monarşilerine
kıyasla görece demokratik bir yönetim sisteminin olmasıdır. Bir başka deyişle
BAE’deki toplumsal sözleşme, bölgedeki diğer ülkelere kıyasla daha sağlam bir
görünüm çizmektedir. Yönetimde nisbi bir halk temsiliyetinin olduğunu, halkın
yönetimle iletişimini sağlayan bazı kanalların olduğunu ve yönetimde bir güç
dengesi sağlandığını görmekteyiz Bu yaklaşım Dubai Emiri el-Maktum’un
söyleminde de gözlemlenebilir. Yönetimde nisbi bir halk temsiliyetini sağlayan
şey devleti oluşturan yedi emirliği
temsil eden 40 kişilik danışma organı Federal Yüksek Konsey’in, halk tarafından
seçilmekte olmasıdır.
12 Dinç,Cengiz, ‘’Birleşik Arap Emirlikleri
2011’’, Ortadoğu Yıllığı 2011, s.373-376
Federasyonla
yönetilen bu ülkenin yedi farklı emirlikten oluşması ve her bir emirliğin bir
aile tarafından yönetilmesi ise ülkede bir güç dengesinin kurulmasını mümkün
kılmıştır. Bunun dışında her bir emirlikte haftalık toplanan ve halkın
taleplerini doğrudan Emire ulaştırabilmesini mümkün kılan birer halk meclisi
olduğunu görmekteyiz.
Diğer
Körfez monarşilerinde görülmeyen bu yapı emirlikleri, halka
yakınlaştırmaktadır. Kendine has bu özelliklerinden yola çıkarak BAE ileri
gelenleri kendilerine yöneltilen eleştirilere karşı bir savunma mekanizması
olarak, ülkenin kendine özgü bir demokrasisi olduğunu ve dışarıdan bir demokrasi anlayışının ülkeye
empoze edilmesinin kabul edilemeyeceğini belirtmektedirler. Bazı uzmanlar da
BAE’nin kendine özgü siyasi sistemini “bedeviokrasi” olarak nitelemişler ve bu
siyasi sistemin belirli bir meşruluğa sahip olduğunu ileri sürmüşlerdir.
Dolayısıyla, eleştiri yapılabilir ama “doğru” ve kültüre saygılı şekilde
yapılması istenilmektedir. Dubai Emiri El Maktum CNN’e verdiği bir röportajda
bu noktalara dikkat çekmiş ve BAE’nin
diğer Arap ülkelerine göre daha şeffaf olduğunu ve BAE’nin, bölgedeki diğer
otoriter ülke ve diktatörlerle aynı kefeye konulmaması gerektiğini ileri
sürmüştür.
Ülkedeki
mevcut siyasal rejim, yönetim sistemi ve resmi kurumların işleyişi çalışmamın
dış politika yapım sürecini etkileyen faktörler adlı ikinci kısmında daha
detaylı bir şekilde analiz edilecektir.
- Küçük,
birbirine ve yönetici ailelere akrabalık bağlarıyla bağlı bir vatandaşlık
yapısının olması, halkda hükümetlerin diğer bazı bölge ülkelerinden farklı
olarak acımasız olmadığı görüşünün hakim olması ve genel olarak bölgede siyasi
aktivizm geleneğinin yer etmemiş olması, bu ülkede stabilitenin hakim olması ve
halkın sağlam bir otoritenin altında yaşıyor olması Arap Baharı’nın BAE’yi
büyük ölçüde teğet geçmesinin diğer sebepleri arasındadır.
- Bir
sosyal ve politik gerçeklik olarak ‘Rentierism’ de Emirlik yöneticilerinin iktidarını
meşrulaştıran faktörlerden biridir.
YÖNETİCİ SINIFLARIN SOSYAL KOMPOZİSYONUNUN
DIŞ POLİTİKASI ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ
BAE’nin
dış politikada statükocu bir tutum sergilemesinin nedenleri nelerdir? MENA
bölgesindeki devletlerin dış politikada takip ettikleri temel çizgilere
bakıldığında temelde revizyonist ve statükocu devletler olarak ikiye
ayrıldıklarını görmekteyiz. Bu temel çizginin belirlenişini devletlerin oluşum
süreçlerindeki sosyal temellerde aramak gerekir. Arap ülkelerindeki rejimler
arasındaki temel tarihsel farka baktığımızda; bu ülkelerdeki yönetici
sınıfların farklı niteliklerde olduklarını görürüz. Western-aligned
monarşilerdeki yönetici sınıfların toplumda ayrıcalıklı bir konuma sahip
olduklarını, dolayısıyla toplumdaki konumlarını korumaya yönelikstatükocu bir anlayışa
sahip olduklarını görmekteyiz. Cumhuriyetlerde ise yönetici sınıfların daha çok
halkla işbirliği yapan ve revizyonist bir yönelim benimseyen orta sınıflardan
oluştuğunu görmekteyiz. Devletlerin sosyal kompozisyonlarındaki bu ayrım dış
politika yönelimlerine de paralel bir biçimde statükocu ve revizyonist dış
politika şeklinde yansımaktadır. Yani Orta Doğu’daki devletlerin dış politika
çizgilerinin belirlenmesinde rejimlerdeki yönetici sınıfların nasıl ve
kimlerden oluştuğu belirleyici bir rol oynamaktadır.
Dolayısıyla
BAE’de yönetimde olan ailenin kökenlerine bakarak bugün takip ettiği statükocu
dış politikayı daha iyi anlamlandırmamız mümkündür. (Christopher)19.yy’ın
başlarında Birleşik Krallık ile barış anlaşmaları imzalayan şeyhlikler, 20.yy’a
kada Birleşik Krallık’ın de facto sömürgeleri olarak kaldılar. Yaptıkları
anlaşmalara göre Şeyhlikler Krallık’ın deniz ticaretine yönelik güvenliğini
sağlarken, Krallık da Şeyhlikleri dışarıdan gelen tehditlere ve içerden gelen
ayaklanmalara karşı koruma sözü vermişti. Krallığın hamiliği sayesinde bu yönetici
aileler çeşitli zorluk ve tehditlere rağmen ayakta kalabilmişlerdir. Krallık ile
bu işbirliği içine giren aileler bugün de yönetimde olan ailelerdir.
İkinci
olarak devlet sınırları ile devletin kimliğinin uyum içinde olması da dış
politika çizgisinin şekillenmesinde önemli bir faktördür. Çünkü rejimlerin
meşruiyetinin sağlanması için devletin sınırları dahilindeki tüm kesimlerin
ortak bir kimlik altında birleşebilmesi ve herkesin kendisini o devlete ait
hissetmesi önemlidir.
13Davidson, Christopher M., Power and Politics
in the Persian Gulf Monarchies, UK: Hurst Company London, 2011, s.11-16
14Hinnebusch,Raymond, Ehteshami, Anoushiravan,
‘The Foreign Policies of Middle East States’’, Lynne Rıenner, 2014, s.20-34
Kimlik
sorunu yaşayan devletlerin revizyonist bir dış politika takip etmeye meğilli
olduklarını görmekteyiz. Suriye ve Irak gibi sınırları sonradan çizilmiş yapay
devletler bu duruma örnek olarak verilebilir. Devrimlerin olmaması dolayısıyla statüko yanlısı sınıfların
yönetimde kalması da kuruluşundan bu yana BAE’nin dış politika çizgisinin aynı
kalmasına neden olmuştur.
Sosyal
kohezyonun sağlanamadığı, parçalanmış devletlerde zayıf bir devlet yapısı
vardır ve Arap isyanları ile birlikte bu yapılar daha da zayıflamışdır. Suriye,
Yemen , Irak ve Libya gibi ülkelerin bu kırılgan yapıları onları Arap
isyanlarına karşı dayanıksız bir hale getirmiştir. Ayaklanmaların, isyanların
ve iç savaşların ortaya çıktığı bu ülkelerin parçalanmış yapıları dolayısıyla
uyumlu ve etkili bir dış politika geliştirmeleri beklenemez. Bu durum bu
ülkeleri dış müdahalelere açık hale getirmiştir. İsyanları atlatabilmiş BAE
gibi Arap monarşilerinin de bu ülkeler üzerindeki rekabete dahil olup aktif
müdahalelerde bulunduğunu görmekteyiz.
DIŞ POLİTİKA KARAR ALMA SÜRECİNİN ÜÇ BİLEŞENİ
ÇERÇEVESİNDE BAE’NİN DIŞ POLİTİKASININ ANALİZİ:
Dış politika rolü:
Bir devletin dış politika rolü, o devletin kimliğini, komşularına, süper
güçlere ve mevcut ululararası sisteme karşı yönelimini ifade etmektedir. Bir
devletin kendisine komşu devletleri düşman veya dost olarak nitelendirmesi,
büyük güçleri kendisine tehdit olarak algılaması veya hamisi olarak görmesi ve
mevcut devlet sistemine karşı revizyonist veya statukocu bir tutum benimsemesi
o devletin dış politika rolü ile ilgilidir. Devletlerin dış politika rolleri
elitler tarafından diğer devletlerle ve kendi halkları ile etkileşim halinde
olarak inşa edilir. Bu roller belirlenirken elitler ekonomik ihtiyaçlar,
jeopolitik zorunluluklar, iç kamuoyu ve devlet kapasitesi gibi faktörlerin
etkileri arasında bir denge kurmaya çalışırlar. Jeopolitik konumun dış politika
rolünün belirlenmesinde önemli bir etkisi vardır. Elitler tarafından
oluşturulan bu rol zamanla elitleri sınırlandıran meşruiyet standartlarını da
beraberinde getirir. Ayrıca sonraki jenerasyonlardaki politika yapımcıların dış
politika anlayışlarını da şekillendirir. Bu da değişen liderler ve değişen
çevresel koşullara rağmen dış politika çizgisinde bir devamlılık sağlar. Genel
bir eğilimi ifade etmekle beraber bu dış politika rolünün olaydan olaya farklı
şekillerde yorumlanabildiğini de görmekteyiz. BAE’nin dış politika rolü resmi
aynaklarda daha çok tarafsız olarak nitelense de bu ülkenin batılı ülkeler ve
ABD ile güçlü ilişkileri ve ortak çıkarları olduğunu görmekteyiz.
15Hinnebusch,Raymond, Ehteshami, Anoushiravan,
‘The Foreign Policies of Middle East States’’, Lynne Rıenner, 2014, s.20-34
Mevcut
sistemin korunmasından yana bir tavır aldığını ve kendi lehine sürmekte olan
statükonun son dönemde sarsılmaya başlaması ile bu statükoyu devam ettirmek
için aktivist bir politika takip etmeye başladığını görmekteyiz. Devletin
oluşumu sürecine bakıldığında elitlerin dış politika rolünün belirlenmesindeki
doğrudan etkisi görülecekdir. Jeopolitik olarak stratejik bir yerde bulunması uzun
yıllar sömürge yönetimi altında kalmaya ve bağımsız olduktan sonra da batılı
güçlerin etkisi altında kalmaya zorlamıştır. Dış politikalarını
şekillendirirken de batılı süper güçlerin şekillendirdiği uluslararası sistemin
bir parçası olarak hareket etmek durumunda kalmışlardır. Arap Baharı ile
birlikte başlayan bölgesel dengelerdeki değişimler BAE’yi dış politika rolünü
de yeniden tanımlamaya zorlamaktadır. Ancak bu kısa ve orta vadede
gerçekleşebilecek bir değişim gibi görünmemektedir.
Dış politika kara alma sürecinde çıkarlar
arasındaki güç dengesi:
Ortadoğu’daki
otoriter cumhuriyet rejimlerinden farklı olarak Arap monarşilerinde uzun
süredir iktidarda olan yönetici ailelerin dış politika yapım sürecinde resmi
olmayan danışma grupları oluşturduklarını görmekteyiz. Dolayısıyla kararlar
daha çok konsensüs yolu ile alınmaya eğilimlidir ve karar alma sürecinde daha
tedbirli ve statükocu bir eğilim gözlemlenir. Liderlerin dominant olduğu
otoriter cumhuriyetlerde ise dış politikada daha riskli ve revizyonist kararların
alındığını görebiliriz. Nasır’ın Süveyş kanalını millileştirmesi ve Saddam’ın
Kuveyt’i işgali bu duruma örnek olarak gösterilebilir.
Şeyh
Zayed döneminde(1918-2004) BAE’de inşa edilen siyasi sisteme baktığımızda devlet
işlerini koordine etmek ve tek bir dışı politika dizayn etmek için yerel
otonomilerle federal hükumetin kombine edildiğini görmekteyiz. Bu güç
paylaşımında Abu Dhabi ve Dubai’nin büyüklükleri ve zenginlikleri dolayısıyla
avantajlı bir durumda olduklarını dolayısıyla bu emirliklerin liderlerinin dış
politika yapım sürecinde çok daha fazla etkili olduklarını görmekteyiz. BAE
yedi emirlikten oluşan bir federasyon olmasına rağmen dış politika yapımının
büyük oranda başkanın denetiminde olduğunu görmekteyiz.
16Hinnebusch,Raymond, Ehteshami, Anoushiravan,
‘The Foreign Policies of Middle East States’’, Lynne Rıenner, 2014, s.20-34
Birleşik
Arap Emirlikleri'nde emirliklerin iç işlerinde bağımsızken dış işleri konusunda Birleşik Arap
Emirlikleri'ne bağlı olduklarını görmekteyiz. Diğer emirlere danışmakla
birlikte son söz hakkı başkandadır. (William)
Liderlerin dış politika yapımı üzerindeki
etkisi:BAE’de lider değişimlerinin dış politika
anlayışında köklü değişimlere yol açmadığını görmekteyiz. Çünkü 1971’den beri
ülke aynı aile tarafından yönetilmekte ve devrim gibi ülkenin ideolojisini
kökten değiştirecek bir dönüm noktası olmamıştır. BAE’de liderlerin karizma,
saygınlık ve beceriklilik gibi kişisel özelliklerinin önemli olduğunu
görmekteyiz. BAE’de Şeyh Zayed zorlu zamanlarda ulusu yöneten ve
yönelendirebilen karizmatik bir figür olarak görülmektedir. Onun meşruiyeti
bugün 2004’den beri başkan olan Şeyh
Khalifa bin Zayed Al Nahyan tarafından da sürdürülmektedir. Dış
politikada son sözü başkanın söylediğini görmekteyiz.(Davidson)
Public Opinion:Körfez
ülkelerinde genel olarak dış politika yapım sürecinde kamuoyunun etkisinin
oldukça sınırı ve dolaylı olduğunu görmekteyiz. Arap Baharı ile birlikte
başlayan demokratikleşme akımının körfezdeki liderleri dış politika yapımında
halkın taleplerini daha çok dikkate almaya zorlamıştır.
DİĞER YEREL FAKTÖRLER
-
BAE’nin 1971 den beri serbest ekonomik anlayışa dayanan ve toleranslı modern
bir devlet olmak için ettiği mücadele ile kendisini bölgesel ve küresel
meselelerde aktif bir aktör haline getirmişir.
- Son
yıllarda artan aktivizmini ve sert güç unsurlarını aktif bir biçimde
kullanmasını kendi ülkesinin refah ve gelişmişliğine katkısı olduğunu
savunanlar da vardır. Arap Baharı ile birlikte başlayan süreçde Orta Doğu
siyasi, ekonomik ve sosyal değişimlerin altına girmeye başlamıştır. Böyle bir
ortamda küçük ve henüz yeni, gelişmekte olan ve bölgesel/küresel bir aktör
olarak ortaya çıkmaya çalışan bir ülke olarak nitelendirebileceğimiz BAE yerel,
bölgesel ve küresel zorluklarla mücadele ederken; siyasi, ekonomik ve sosyal
gelişimini önceleyen ve bu gelişime katkı sağlayan kararlar almak zorundadır.
Bu yönüyle mevcut sisteme meydan okumak yerine sistemle barışık ve statükodan
yana bir tutum sergilemek BAE için sadece bir tercih değil aynı zamanda bir zorunlulukdur.
Karşılaştığı bölgesel ve küresel zorluklara karşı uluslararası örgütlerde aktif
yer alarak ve özellikle büyük devletlerle iyi ilişkiler geliştirip onların
güvenlik şemsiye altına girerek mücadele etmektedir.
Aktivist
bir politika takip etmesinin sebeplerinden birinin BAE’nin Arap Baharı ile
birlikte başlayan ve bölgedeki statik durumu Körfez ülkelerinin aleyhine
değiştiren bu süreçden faydalanmaya ve kendi lehine çevirmeye çalıştığı tezi
öne sürülmektedir. Arap Baharı’nın BAE açısından sonuçlarına baktığımızda bu
tezlerin haklılık payının olduğunu görürüz. Çünkü isyanlarla birlikte yabancı
yatırımların, turizm gelirlerinin vs.istikrarsı ülkelerden BAE’ye kaydığını
görmekteyiz. İkincisi, bölge genelinde başlayan sosyal dönüşümün ve
monarşilerin statukoyu korumak için zor araçlarını kullanmalarının monarşi
rejimlerinin çöküşüne yol açacağına yönelik beklentilere rağmen, BAE’nin
modernizasyonundan önceki halinden daha stabil hale geldiği öne sürülmektedir.
17al-Suwaidi, Abdulla, ‘’The United
Arab Emirat es at 40: A Balance Sheet’’, Middle East Policy, Vol. XVIII, No. 4, Winter 2011, s.44-48
KAYNAKÇA
1)http://www.uaeinteract.com/government/foreign_policy.asp
3)http://mofa.gov.ae/EN/TheMinistry/Pages/UAE-Foreign-Policy.aspx
4)Davidson,
Christopher M., Power and Politics in the Persian Gulf Monarchies, UK: Hurst
Company London, 2011
5)Erboğa,
Abdullah, ‘Arap Baharı Sonrası Körfez Güvenliği ve Savunmacı Aktivizm’’, SETA
Analiz, Sayı:154, Mart 2016,
6)Ataman,
Muhittin, Demir, Gülşah, Neslihan, ‘’Körfez Ülkelerinin Ortadoğu Politikası ve
Arap Baharı’na Bakışları’’, SETA Analiz, s:52, Ekim 2012
7)Hinnebusch,Raymond,
Ehteshami, Anoushiravan, ‘The Foreign Policies of Middle East States’’, Lynne
Rıenner, 2014
8)Dinç,Cengiz,
‘’Birleşik Arap Emirlikleri 2011’’, Ortadoğu Yıllığı 2011
9)Al-Suwaidi, Abdulla, ‘’The United
Arab Emirat es at 40: A Balance Sheet’’, Middle East Policy, Vol. XVIII, No. 4,
Winter 2011
10)Davidson, C. M. 'The United Arab
Emirates : a study in survival.', Boulder, Colorado: Lynne Rienner, 2005
11)Rugh, William A., ‘’ Foreign Policy
of the United Arab Emirates, Middle East Journal’’, Vol. 50, No. 1 (Winter,
1996), pp. 57-70
12)Heard-Bey, Frauke,’’The United Arab
Emirates: Statehood and Nation-Building in a Traditional Society’’, Middle East
Journal, Vol. 59, No. 3, Democratization and Civil Society, pp. 357-375
13) F. Gregory Gause ,’’Why Middle East
Studies Missed the Arab Spring: The Myth of Authoritarian Stability’’, Foreign
Affairs, Vol. 90, No. 4 (JULY/AUGUST 2011), pp. 81-84, 85-90
14) Guzansky,Yoel, ‘’Immortal
Monarchies? Saudi Arabia, the Gulf States, and the Arab Spring ‘’, Strategic
Assessment ,Volume 17, No. 2 , July 2014
15) Mary Ann Tétreault, ‘’The Winter of
the Arab Spring in the Gulf Monarchies, Globalizations’’, 8:5, 629-637
Iyi haber: Saglikli misiniz ve böbrekinizi satma firsati buluyor musunuz, burada sans ve miktar verici basina 450.000 $ 'dur (killionkidneyhospital@gmail.com)
YanıtlaSilKillion Hastanesi Böbrek Enstitüsü (KHKI), Rash Behari Caddesi, Kolkata, böbrek bakimi için en iyi tibbi merkezdir. Su anda gerçek böbrek bagislari ariyoruz. Gerçek bagisçilar lütfen hastanenin hastane doktoruyla iletisime geçmelidir. E-posta: killionkidneyhospital@gmail.com veya +19292009234 numarali telefonu arayin