18 Ocak 2017 Çarşamba

Birleşik Arap Emirlikleri'nin Arap Baharı ile Birlikte Başlayan Dönemde Takip Ettiği Dış Politikanın Analizi

GİRİŞ
Mısır’da devrim sürecinin başladığı andan itibaren Körfez’de “devrim ihracı” endişesi ortaya çıkmaya başladı. Bu yayılmayı engellemek için KİK ülkeleri öncelikli olarak kendi meşruiyetinin ve rejiminin sorgulanmasına yol açacak hareketlerin ülkesinde yayılması tehlikesini önlemeye çalışdı. Daha sonra yakın çevresinden başlayarak sürece doğrudan müdahil olmaya çalıştı ve savunma temelli aktivist bir politika takip etti. Bu süreçle birlikte silahlanma ve savunma harcamalarında büyük bir artış görüldü. Yani Arap Baharı ile birikte başlayan süreçde bu ülkelerin savunmacı, güvenlikçi, müdahaleci ve aktivist bir tavır sergilemeleri, bölgesel düzenin statik yapılarında meydana gelen çözülmeler ve bu çözülmelere gösterilen reaksiyonun bir tezahürü  olarak okunmalıdır. Körfez’deki ülkelerin 2010’dan günümüze yaşadığı problemlere karşı tepkisel bir yaklaşım sergilediklerini görmekteyiz. Bu ülkelerin son beş-altı yıldır politik ve askeri tercihlerinde bir süreklilik olduğunu söyleyebiliriz.
Arap Baharı ile birlikte başlayan ve günümüze dek gelen süreçde körfez ülkelerinin çok kapsamlı ve çok boyutlu tehditler ile karşılaştıklarını ve bu tehditler karşısında çok ciddi bir güvenlik problemiyle yüzleşmek durumunda kaldıklarını görmekteyiz. Ortadoğu’daki mevcut istikrarsızlığın gittikçe artması, İran ile varılan nükleer anlaşma, Suudi Arabistan-İran arasında tırmanan siyasi gerilim, bölgesel rekabet ve bölgenin ABD için stratejik öncelik olmakdan çıkması körfez ülkelerinin statik bir duruştan aktif politikalara evrilmesine yol açmıştır.
KİK ülkelerinin isyanlar karşısındaki tutumu iki farklı boyutta değerlendirilebilir.Körfez ülkeleri Körfez alt-bölgesinde statükonun korunmasından yana tavır alırken, Körfez dışında mevcut statükoyu korumak için çıkarları doğrultusunda, aktivist savunmacı bir politika takip etmiştir.Körfez ülkelerinin kendi alt bölgelerinde Arap isyanları süresince benimsedikleri genel tutuma baktığımızda, mevcut iktidarlarını ve rejimlerini  korumak ve devam ettirmek amacı ile isyanlar karşısında kendi ülkelerinde köklü siyasi açılımlar yapmadıklarını görmekteyiz. Sahip oldukları doğal kaynaklar ve zenginlikler ile diğer Arap ülkelerinden ayrılan Körfez ülkeleri, modernist cumhuriyet rejimlerinde ortaya çıkan ayaklanmaların kendi ülkelerine de sıçramasından korkmuşlar ve halkı sakinleştirmek için iç siyasetlerinde başta ekonomik olmak üzere siyasi ve sosyal pek çok küçük, sembolik ve uzun vadede etkili olamayacak değişim programları/reformlar uygulamaya başlamışlardır. Bu süreçde bu ülkelerin ‘’havuç-sopa politikası’’ takip ettiklerini söylemek mümkündür. Körfez ülkeleri ekonomik araçları kullanarak vatandaşlarının ekonomik ve toplumsal durumunu iyileştirirken; siyasi düzeyde sert ve otoriter tedbirler alma yoluna gitmişlerdir.
Arap Baharı’nın başlaması ile birlikte genel olarak bütün Körfez ülkelerinde siyasi ve sosyal alanın daraldığından söz etmek mümkündür. Bu baskı ve sindirmenin etkisini azaltmak için bu ülkeler memurların ücretlerini arttırma, istihdam politikalarını değiştirme, yeni kurumlar ihdas etme, yeni siyasal katılım yolları oluşturma ve yetkileri görece dağıtma gibi yöntemler kullanmış ve bu yolla iç siyasette istikrarı sağlamaya ve korumaya çalışmışlardır.
Körfez dışında takip ettikleri politikalara baktığımızda başlangıçta  Batıcı ve modernist cumhuriyet rejimlerine destek çıktıklarını ancak mevcut rejimlerin varlıklarını devam ettiremeyeceklerini anladıktan sonra, bu cumhuriyetlerdeki ayaklanmalara ekonomik, siyasi ve askeri destek verdiklerin, görmekteyiz. Ki verdikleri bu destek sonucunda bu isyan dalgası kendilerine de ulaşacaktır.
Bu noktadan hareketle körfez monarşilerinin isyanlar süresince çelişen ve tutarsız bir tutum sergilediklerini söylemek mümkündür. Hem içerde ve dışarda takip ettiği politikaların uyumsuzluğu, hem de dışarda takip ettiği politikaların dönemsel değişimler göstermesi ve ülkeden ülkeye politikalarının değişmesi, Körfez üyelerinin homojen bir tavır göstermediğini göstermektedir. İsyanlara daha çok pragmatik bir temelde yaklaşılmış, ilkesel ve ahlaki bir dış politika takip edilmemiştir. Bununla birlikte Arap Baharı ile birlikte başlayan dönemde bölgedeki statik dengenin bozulmaya başlaması Körfez’deki ülkeleri tedirgin etmiş ve onları savunmacı aktivist politikalar takip itmeye itmiştir.
Körfez ülkelerinin bölgesel bir ittifak içinde olmalarına rağmen bu ülkelerin her birinin iç siyasetlerindeki koşulların farklı olması dolayısıyla zaman zaman dış politikalarının birbirlerinden farklılaşabildiğini de göz önünde bulundurmak gerekir. Birleşik Arap Emirliklerinin Arap Baharı karşısında takındığı tutum ve süreç boyunca izlediği politika diğer Körfez ülkeleri ile genelde benzer eğilimler göstermekle birlikte bu süreçde takip ettiği politikaların arkasında yatan siyasi, ekonomik, etnik ve mezhepsel nedenlerdiğer KİK ülkelerinden farklılaşmaktadır.
Dolayısıyla bu çalışmada analiz çerçevesi daraltılarak ülke bazlıbir araştırma yapılacak ve BAE’nin isyanlar süresince içerde ve dışarda takip ettiği politikalar analiz edilecektir.Bu çalışmanın amacı Birleşik Arap Emirliklerinin Arap Baharı ve sonrasında takip ettiği dış politikanın küresel, bölgesel ve yerel( domestic) düzeyde analizinin yapılması ve bu süreçde BAE’nin dış politika yapım sürecini etkileyen çeşitli belirleyici faktörlerin tespit edilmesidir.Takip ettiği dış politikanın yerel düzeyde inceleneceği bölümde Arap Baharı’nın BAE’nin iç siyaseti üzerinde yarattığı etki de analiz edilecek ve BAE’nin bu süreci büyük iç sorunlar yaşamadan atlatabilmesinin arkasında yatan dinamikler de incelenecekdir. BAE’nin dış politika analizi yapılırken yöntem olarak Raymond Hinnebusch ve Anoushiravan Ehteshami’nin The Foreign Policies of Middle East States isimli makalesinden kullanılan kavramsal çerçeveden yararlanılacakdır.
BAE’NİN ARAP BAHARI VE SONRASINDA TAKİP ETTİĞİ DIŞ POLİTİKANIN ANALİZİ
RESMİ DIŞ POLİTİKA KONSEPTİ ÇERÇEVESİNDE GENEL BİR DEĞERLENDİRME
Birleşik Arap Emirlikleri federasyonunun dış politikasının genel çerçevesi ve yaklaşımlarının kurucu baba olarak bilinen Şeyh Zayed bin Sultan Al Nahyan tarafından belirlendiğini görmekteyiz. BAE’nin dış politikasının temelleri; iyi komşuluk, anlayış, iç işlerine karışmama ve uyuşmazlıkların barışçıl yollarla çözülmesi olarak belirlenmiştir.  Farklı kıtalardan farklı ülkelerle farklı düzeylerde stratejik ortaklıklar geliştirmesi ve bu ilişkilerini şeffaflık ilkesi çerçevesinde sürdürmesi, BAE’nin uluslararası toplumda etkin bir aktör olarak yer almasını sağlamıştır. Bu yaklaşımda bölgesel barış, stabilite ve güvenliğin temini için BAE’nin komşularına ve uluslararası topluma bağlılığı vurgulanmaktadır.Dış politikasının ana prensipleri ise müzakere, diplomasi ve yardıma muhtaç halk ve devletlere yardım etme istek ve kararlılığıolarak saptanmıştır. BAE dengeli ve etkili bir dış politika sürdürmektedir. Devletler arasında eşitlik ilkesine ve devletlerin iç işlerine karışmama ilkesine de özel bir önem vermektedir. Ayrıca uluslararası anlaşmalara ve uluslararası hukuka bağlılığını ifade etmekte ve uluslararası organizasyonlarda aktif bir rol benimsemeye çalışmaktadır. () BAE’nin resmi dış politika konseptinde üzerinde durulan bir diğer konu ise BAE’nin tarafsız bir ülke olduğu ve doğu ile batı arasında bir denge politikası takip ettiğidir. Bu çerçevede uluslararası toplumla ve uluslararası kuruluşlarla etkili, dengeli, çok boyutlu ve geniş kapsamlı ilişkilerin kurulması ve sürdürülmesine önem verilmektedir.
1http://www.uaeinteract.com/government/foreign_policy.asp
3http://mofa.gov.ae/EN/TheMinistry/Pages/UAE-Foreign-Policy.aspx
Yani BAE’nin mevcut uluslararası sistemle barışık olduğunu ve kendisini bu sistemin önemli bir parçası olarak nitelendirdiğini görmekteyiz. BAE uluslararası sistemdeki rolünü 'good global citizen' olarak tanımlamaktadır.
BAE’nin dış politikadaki en önemli önceliğinin bölgesel güvenlik, stabiliteve statükonun sağlanması olduğunu görmekteyiz Dışişleri Bakanı Şeyh Abdullah bin Zayed'in BM Genel Kurulu’nun 70.oturumunda yaptığı konuşmada; günümüzde Ortadoğu’nun yüzleşmekte olduğu aşırılık, terörizm,insan kaçakçılığı, devletlerin iç işlerine müdahale ve  devletlerin egemenlik haklarına saygısızlık gibi durumların bölgesel istikrar ve statükonun önündeki en büyük engeller olduğunu öne sürdüğünü ve bunlarla mücadelede kararlılık mesajları verdiğini görmekteyiz.BAE’nin bölgedeki mevcut statükoyu sarsacak artan gerilim ve şiddetten dolayı tedirgin olduğunu görmekteyiz. Son dönemde artış gösteren terörizmin bölgeyi destabilize ettiği ve güvenliksizleştirdiği görüşünden hareketle terörizme karşı net ve sert bir tavır benimsemektedir.Dolayısıyla BAE’nin dış politikasının en önemli ayaklarından birisi de terörizm ve aşırılıkla mücadelede bölgesel ve uluslararası işbirliği mekanizmalarının aktif bir parçası olmaktır. Bu çerçevede BAE’nin IŞİD karşıtı  koalisyon ve Global Counterterrorism Forum’da aktif olarak yer aldığını görmekteyiz. Şeyh Abdullah’ın yaptığı konuşmalara bakıldığında IŞİD, El-Kaide, Hizbullah, Ansar-Allah ve benzeri extremist organizasyonların kendi siyasi çıkarları için dini araç olarak kullandıklarını öne sürdüğünü görmekteyiz.Bu yapıların İslam adına yaptıkları terörist faaliyetleri kınamakta ve bu faaliyetlerin İslam’ın toleransı, barış içinde bir arada yaşamayı ve hoşgörüyü esas alan öğretisi ile alakası olmadığını savunmaktadır.
Ayrıca bu örgütlerin son yıllarda artık sınır aşan bir karakter kazanmaları ve sadece kendi bölgelerini değil tüm dünyayı tehdit eder hale gelmeleri sebebi ile BAE’nin terörizmle mücadelede uluslararası toplumla işbirliğineözel bir önem verdiğini görmekteyiz.BAE Arap Baharı ile birlikte başlayan süreçden günümüze bölgeye yönelik oldukça aktif bir politika izlemektedir. BAE Dışişleri Bakanı’nın da dile getirdiği üzere BAE, bölgede güvenlik ve stabiliteyi yeniden inşa etmek, bu krizlerden etkilene ülkelerin  bu tehditlerle mücadelelerinde onlara yardımcı olmak ve bu ülkelerin insanlarının güvenliğinin sağlanması için uluslararası işbirliği mekanizmalarında etkin bir rol oynamaktadır. BAE yetkililerine göre BAE siyasi, insani, gelişmeye yönelik ve güvenlik temelli çeşitli mekanizmalar yoluyla bölgede barışı ve stabilitiye korumak için böyle aktif ve etkili bir dış politika takip etmektedir. Kendisine zayıf ve korumasız devletlerin hakkını savunma gibi bir misyon edindiğini görmekteyiz. Ayrıca ihtiyacı olan ülkelerin gelişmeleri için yaptıkları insani yardımlar da önemli dış politika araçlarından birisidir. Bu politikası ile dünyanın en cömert donörü olarak nitelenmektedir. 2001 yılından beri  10 milyar doların üstünde yardımda bulunduğu bilinmektedir. İnsani ve ahlaki dış politika gibi kavramların da BAE dış politika konseptinde yer ettiğini görmekteyiz.
Tarihsel süreçde bakıldığında hemen tüm bölgesel anlaşmazlıklara müdahil olmaya çalıştığını görmekteyiz. BAE Silahlı kuvvetlerinin çok sık bölgede çatışmaların sürdüğü ülkelere barışı koruma güçlerini yolladığını veAbu Dhabi  ve Dubai’deki yönetici ailelerin sürekli barış anlaşmalarında arabulucu olma arayışında olduklarını görmekteyiz. Uyguladığı bu stratejiler BAE’nin deniz ötesi yardım programlarını hayata geçirebilmesini de kolaylaştırmıştır. Ayrıca bölgesindeki gelişmelere duyarlı bir Arap arabulucu devlet imajı çizerek bölge ülkeleri gözündeki prestijini artırdığını görmekteyiz. BAE’nin askeri olarak batıya aşırı bağımlı bir halde olması ve batılı süper güçlerin güvenlik şemsiyesi altında olması Arap dünyasındaki BAE imajını kötü etkilemektedir. Duyarlı ve arabulucu bir Arap devlet imajı çizmesinin, insani ve kalkınma yardımında bulunma gibi politikalarının Arap halkları nezdinde kötü imajını düzeltmeye yönelik olduğunu söyleyebiliriz. Bu yollarla Arap kamuoyunun dikkatini batılı devletlerin sıkı bir müttefiki olduğu ve onların çıkarlarına paralel hareket ettiği gerçeğinden uzaklaştırmaya çalışmaktadır. Bu yönleri ile BAE’nin başarılı ve maharetli bir dış politika yürüttüğü görüşünü savunan uzmanlar vardır.
ARAP BAHARI VE SONRASINDA TAKİP ETTİĞİ DIŞ POLİTİKA
Mısır’da devrim sürecinin başladığı andan itibaren BAE’de “devrim ihracı” endişesi ortaya çıkmaya başladı. Bu yayılmayı engellemek için BAE öncelikli olarak kendi meşruiyetinin ve rejiminin sorgulanmasına yol açacak hareketlerin ülkesinde yayılması tehlikesini önlemeye çalışdı. Daha sonra yakın çevresinden başlayarak sürece doğrudan müdahil olmaya çalıştı ve savunma temelli aktivist bir politika takip etti. Bu süreçle birlikte silahlanma ve savunma harcamalarında büyük bir artış görüldü. Yani son Arap Baharı ile birikte başlayan süreçde BAE’nin savunma harcamalarında bir tavır sergilemesi, bölgesel düzenin statik yapılarında meydana gelen çözülmeler ve bu çözülmelere gösterilen reaksiyonun bir tezahürü  olarak okunmalıdır.
4Davidson, Christopher M., Power and Politics in the Persian Gulf Monarchies, UK: Hurst Company London, 2011, s.24, 25
5Erboğa, Abdullah, ‘Arap Baharı Sonrası Körfez Güvenliği ve Savunmacı Aktivizm’’, SETA Analiz, Sayı:154, Mart 2016, s.8,9

Bir başka deyişle BAE kendisine avantajlı bir pozison sağlayan bölgedeki mevcut statükoyu korumak için aktivist, müdahaleci, savunmacı ve güvenlikçi bir politika takip etmeye başlamıştır. BAE 2010’dan günümüze yaşadığı problemlere karşı tepkisel bir yaklaşım sergilemektedir. Son beş-altı yıldır politik ve askeri tercihlerinde bir süreklilik olduğunu söyleyebiliriz.
BAE’nin Arap Baharı süresince takip ettiği dış politikaya bakıldığında genel olarak bazı ülkelerde değişim taleplerine kayıtsız kalıp, önüne geçmeye çalışırken, diğer bazı ülkelerde ise değişim için maddi ve manevi her türlü desteği vermekten kaçınmadığını görürüz.Örneğin, iki ülke liderleri arasındaki kişisel yakınlıktan dolayı BAE Mısır konusunda çekingen davranmış, Hüsnü Mübarek’in daha güvenli bir şekildegörevi bırakmasından yana olmuştur. Libya’da ise Katar gibi davranarak muhaliflereaskeri destek sağlamıştır. BAE seçkinlerinin, Arap Baharı’yla ilgili körfez bölgesinden uzaktaki olaylarla KİK içerisindeki rahatsızlıklar arasında farklı tutumlaraldıkları görülür. Bu durum BAE dış politikası için bir ‘’çifte standard’’ olarak nitelenebilir. Özellikle Libya ve Suriye gibi Arap Baharı’nın sert bir biçimde etkilediği ülkelerdeki rejimler rahatça ve açıktan eleştirilirken, Bahreyn gibi KİK üyesi ülkelerdeki olaylar seçkinler ve medya tarafından geçiştirilip, göz ardı edilmiştir.
BAE’nin körfezde statükoyu korumaya yönelik duruşunu gösteren en somut örneklerden biri  Bahreyn’deki ayaklanmaları bastırmak için Suudi Arabistan’a destek vererek ülkeye yüzlerce silahlı polis göndermesi ve ortaklaşa bir askeri müdahale gerçekleştirmesidir.
BAE seçkinleri, Libya ve Suriye gibi otoriter rejimleri kendilerine karşıt örnekler olarak değerlendirmiş ve KİK ülkeleri ile bu ülkeleri kıyaslama yoluna gitmişlerdir. Otoriter rejimlerin hakim olduğu ülkelerde yönetimlerin halklarına zulmettiğini, BAE ve KİK liderlerinin ise vatandaşlarının her türlü ihtiyacını karşılamak için çalıştıkları ve ülkenin geleceği için akıllı yatırımlarda bulundukları argümanını savunmuşlardır. Dubai Emiri el-Maktum’un sözlerinin de Arap Baharı’na yönelik resmi bakışı yansıttığını görmekteyiz. El-Maktum Arap Baharı’nı uzun süredir bekleyen halkların eseri olarak nitelendirmiş ve bölgedeki Arap liderlerinin kendilerini değiştirmeleri gerektiğini söylemiştir. Ona göre, bazı hükümetler halklarına değil sadece kendilerine hizmet etmektedirler. Benzer bir kıyaslamayı KİK ülkelerinin batılı müttefiklerinin de yaptıklarını söylemek mümkündür.
6 Ataman, Muhittin, Demir, Gülşah, Neslihan, ‘’Körfez Ülkelerinin Ortadoğu Politikası ve Arap Baharı’na Bakışları’’, SETA Analiz, s:52, Ekim 2012,s.8-19

BAE DIŞ POLİTİKASINDA SAVUNMACI AKTİVİZMİN YÜKSELİŞE GEÇMESİ
Arap Baharı ile birlikte başlayan süreçde BAE’nin diğer KİK üyesi ülkeler gibi iç ve dış politikasında  güvenlikçi bir yaklaşımı merkezileştirdiğini görmekteyiz. BAE Arap Baharı sürecinde yaşanan gelişmeler sonucunda geleneksel güvenlik ve dış politikasındaki mevcut paradigmaları değiştirmiş ve artık daha aktif, iddialı, güvenlikçi ve müdahaleci bir profil sergilemeye başlamıştır. Bu değişimle paralel olarak askeri kapasitesinde de büyük bir artış gözlemlenmiştir.2010 yılında başlayan süreçden günümüze Yemen’de, Suriye’de, Libya’da yaşanan gelişmelere doğrudan müdahil olduğunu görmekteyiz. BAE ekonomik ve askeri konularda Batı için “stratejik” ortak olarak daha çok ön plana çıkmaya başlamış ve güvenlik alanında sadece tüketici olarak değil güvenlik aynı zamanda güvenlik ihraç eden ülkeler statüsüne yükselmiştir.Körfez ülkelerinin tarihlerindeki ilk kapsamlı güç kullanımı olarak nitelenen Yemen müdahalesi Arap Baharı ile birlikte başlayan refleksif tercihin somut yansımasıdır.
ARAP BAHARI İLE BİRLİKTE BAŞLAYAN SÜREÇDE SAVUNMACI AKTİVİST BİR DIŞ POLİTİKA TAKİP ETMESİNİN ARKASINDA YATAN FAKTÖRLER NELERDİR?
Bölgesel Ve Küresel Faktörler: Arap Baharı ile birlikte başlayan ve günümüze dek gelen süreçde körfez ülkelerinin çok kapsamlı ve çok boyutlu tehditler ile karşılaştıklarını ve bu tehditler karşısında çok ciddi bir güvenlik problemiyle yüzleşmek durumunda kaldıklarını görmekteyiz. Ortadoğu’daki mevcut istikrarsızlığın gittikçe artması, İran ile varılan nükleer anlaşma, Suudi Arabistan-İran arasında tırmanan siyasi gerilim ve bölgesel rekabet körfez ülkelerinin statik bir duruştan aktif politikalara evrilmesine yol açmıştır. Bu çerçevde BAE’yi aktivist bir dış politika takip etmeye iten temel faktörlere bakacak olursak: 1)Ortadoğu’da otorite boşluğundan yararlanarak ortaya çıkan DAİŞ gibi ulus-devlet sistemine meydan okuyan terör örgütlerinin etkinlik alanını artırmaları ve bölgede kaos ve istikrarsızlığın artması. 2)İran’ın, Ortadoğu’daki istikrarsızlıktanyararlanarak bölge üzerinde hakimiyetini genişletme çabaları ve nükleer anlaşma ile birlikte nüfuzunu daha da genişletmesi ve buna paralel olarak tırmanışa geçen bölgesel rekabet
7Erboğa, Abdullah, ‘Arap Baharı Sonrası Körfez Güvenliği ve Savunmacı Aktivizm’’, SETA Analiz, Sayı:154, Mart 2016,s.12-15
8Hinnebusch,Raymond, Ehteshami, Anoushiravan, ‘The Foreign Policies of Middle East States’’, Lynne Rıenner, 2014, s.1-20
3)Bölgeye tarihsel olarak nüfuz eden ABD’nin dış politikada Asya-Pasifik eksenini öncele mesiyle kendi dış politikasında körfez bölgesinin stratejik değerinin azaldığını görmekteyiz. ABD’nin Körfez ülkelerinin güvenlik ihtiyaçlarına yönelik, pasif diplomatik tercihlerde bulunmaya başlaması Körfez güvenliğinin türbülans yaşamasına sebep olmuş ve Körfez ülkeleri kısa ve orta vadeyi kapsayan bir savunma ve güvenlik stratejilerinin olmadığının farkına varmışlardır. Ortaya çıkan güvenlik boşluğunun bölgesel güçler ve devlet dışı aktörler tarafından doldurulmaya başlanması körfez ülkelerini güvenlik eksiklerini gidermeye yönelik tedbirler almaya mecbur kılmıştır.BAE’nin son yıllarda çok hızlı bir askeri kapasite artırımına gitmesini bu gerekçelerle açıklayabiliriz. Bölgede bir güç boşluğunun oluşmaya başlamasının beraberinde getirdiği tedirginlikle Körfez ülkeleri güvenliğe dair alanlarda refleksif politikalar takip etmeye başlamışlardır. Bu noktadan itibaren isyanlardan önce daha çok yumuşak güç unsurlarını aktif bir biçimde kullanarak uluslararası topluma entegre olan BAE’nin sert güç unsurlarını yoğun olarak kullanmaya başladığını görmekteyiz.
YEREL FAKTÖRLER
DEVLET ÖZELLİKLERİNİN DIŞ POLİTİKA ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ
Dış çevre devletlerin yüzleşmekte olduğu zorlukları belirlerken, devlet özelikleri(devlet oluşumu ve yönetici sınıfın sosyal kompozisyonu) devletlerin karşılaştıkları bu zorluklara nasıl cevap vereceklerini belirler. Yani devletlerin bu özellikleri dış devletlerle olan etkileşimlerini ve dolayısıyla bölgesel sistemin karakterini belirler. Devletler ve sistem arasındaki bu etkileşim karşılıklıdır ve sistemin özellikleri de devlet davranışlarını belirler.
DEVLET OLUŞUMUNUN DIŞ POLİTİKA ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ
BAE’nin dışarda güç toplama arayışını nasıl açıklayabiliriz?(2.tartışma konusu)’’Devlet oluşum düzeyi’’(Level of State Formation) dış politikada mücadele edilen ana tehditleri belirlemektedir. Konsolide olamamış devletlerde tehditler daha çok iç kaynaklı iken, konsolide olabilmiş devletlerde dış kaynaklıdır. Konsolide olabilmiş devletlerde iç tehditler yönetilebilir olmakta ve Rejimler için iç çevre dışarıya karşı bir destek kaynağı olmaktadır.
9 Hinnebusch,Raymond, Ehteshami, Anoushiravan, ‘The Foreign Policies of Middle East States’’, Lynne Rıenner, 2014, s.20-34


Küresel sistemden iç sisteme gelen tehditler konsolidasyonun üst düzeyde sağlanabildiği dönemlerde minimize edilebilirken, sosyal kohezyon ve konsolidasyonun düşüşe geçtiği dönemlerde iç sistem açısından etkili sonuçlar doğurabilmektedir. Britanya’nın resmi olarak bölgeden çekilmesinden sadece 1 gün önce 1 Aralık 1971’de , İran’ın tartışmalı adaları işgal edip ele geçirmesi, henüz devlet oluşumunun tamamlanmadığı bir dönemde BAE’nin dış tehditlere karşı ne kadar kırılgan bir yapıya sahip olduğunu göstermektedir. Arap Baharı’ndan doğrudan etkilenmeden çıkabilmesi ve hatta süreçden daha da konsolide olabilmiş ve süreci lehine çevirebilmiş bir şekilde çıkması ise ülke içinde konsolidasyonun sağlanabilmiş olduğunu göstermektedir. BAE’nin 1971’den günümüze devlet oluşumu sürecine bakıldığında başarılı bir şekilde modernize olabildiğini, vatandaşlarının yaşam standardını radikal bir biçimde artırabildiğini ve devleti sağlam temeller üzerinde inşa edebildiğini görmekteyiz.
Devlet oluşum düzeyi devletlerin uluslararası sistemdeki güç dengesindeki konumlarını da belirlemektedir. Sadece göre konsolide olabilmiş devletlerin aktif ve etkin bir dış politika takip edebildiklerini görmekteyiz. Konsolide olabilmiş devletler askeri gücünü artırabilmek için gerekli kaynaklara ulaşabilmekte ve dışarıdan gelen tehditlere karşı kendi popülasyonunu mobilize edebilmektedir.
Arap Baharı süresince BAE’deki rejimin içerde takip ettiği politikalara baktığımızda, ülkeyi konsolide etmeye ve istikrarı sürdürmeye yönelik adımların atıldığını görmekteyiz. Bu yolla hem isyan dalgalarının kendilerini de vurmalarını ve otoritelerinin sarsılmasını engellemişler, hem de isyanlar süresince dışarda aktif bir dış politika takip edebilmek için içerde uygun bir zemin hazırlamaya çalışmışlardır.Yani aktif bir dış politika takip edebilmek için öncelikle içerde istikrarı sağlamaları gerekmekteydi.
BAE iç siyasetinde Arap isyanlarının olumsuz etkilerini nasıl savuşturabilmiştir? / Arap Baharı’nın BAE’yi büyük ölçüde teğet geçmesinin sebepleri nelerdir?/ İsyanlar süresince içerde istikrarı nasıl sağlayabilmiştir? Bu sorunun cevabını birkaç argümanla açıklamak mümkündür;
-Birincisi; Arap Baharı’ndan etkilenen Arap cumhuriyetlerinde halkları devrime, değişim talebine ve isyanlara yönlendiren ekonomik sorunların BAE’de büyük oranda mevcut olmadığını görmekteyiz. Arap Baharının ortaya çıktığı dönemde devlet en üst düzeyde halkın sağlık, barınma ve eğitim gibi temel ihtiyaçlarını karşılamaktaydı.
 10 Davidson, Christopher M., Power and Politics in the Persian Gulf Monarchies, UK: Hurst Company London, 2011, s.7-11
Vatandaşlar genellikle, eğitim, sağlık, ücretsiz barınma gibi tüm ihtiyaçlarının devlet tarafından karşılandığını ve daha fazla bir şeye ihtiyaç duymadıklarını düşünmekteydi. Diğer Körfez ülkelerinde de olduğu gibi BAE yönetimi, halka yüksek standartlı bir ekonomik reform paketi sunmuş ve karşılığında rejime ve yönetime karşı siyasi sadakat beklemiştir. Özetle zengin bir ülke olduğu için, Mısır ve Tunus gibi ülkelerde huzursuzluğu ve isyanları alevlendiren ekonomik baskılardan kurtulmuş, petrole dayalı refah, halk desteğinin elde edilmesini sağlamıştır.(371)
 - Rejimin muhtemel siyasi taleplerin, girişimlerin ve sivil toplumun hukuki olmayan bastırma ve sindirme yolları ile önüne geçtiğini görmekteyiz. Ülkede isyanlar süresince herhangi ciddi bir gösteri yaşanmamakla birlikte, isyanlarla bağlantılı olarak Mart 2011’de, yetkililerin yasaklamasından önce Hewar sitesinde, blog yazarlarının meşruti monarşi ve daha fazla doğrudan demokrasi çağrıları sonucu, 133 aktivistin imzaladığı bir bildiri yayınlanmıştır. Bu  talep mektubu niteliğindeki bildiri devlet başkanına gönderilmiştir. Bu bildiriye liderlik yapan baş entelektüeller ülke güvenliğini zafiyete uğratan eylemler içinde bulunmak, kamu düzenini bozmak, hükümet sistemine karşı çıkmak ve BAE Emirlerine hakaret etmek suçlamalarıyla Nisan ayında tutuklanmışlardır. Bu aktivistlerin köklerinin dışarıda olduğu ve bazılarının İhvan mensubu olduklarına ilişkin iddialar ortaya atılmıştır. Mektubu imzalayanlar arasında İslamcı ve liberal gruplara mensup kişilerin de bulunması Emirlik yetkililerini tedirgin etmiştir. Güvenlik birimleri Arap isyanlarının itici gücünün İslamcı kesim olduğu düşüncesinden hareketle BAE içerisinde İslamcı hareketlerin yayılmasının engellemeyi öncelikli hale getirmiştir.Arap Baharı ile birlikte Körfez ülkeleri rejim güvenliği endeksli iç politik güvenlik kaygılar taşımaya başlamışlardır. Bu sebeple Körfez ülkeleriArap Baharı’nda sorunun müsebbipleri olarak gördükleri aktörlerisistem dışına iterek tasfiye etmişlerdir. Dolayısıyla BAE’de İslamcı-liberal kesimlerin talepleri hoş görülmemiş ve yönetim, İhvan başta olmak üzere İslami kesimin önde gelen figürlerini ve insan hakları aktivistlerini tutuklama ve tasfiye etme yolu ile meydana gelecek değişimin önüne geçmek istemiştir. Ayrıca hükümet yetkilileri ağırlıklı olarak öğretmen ve avukatlardan oluştuğu görülen, İslami kesimlerin oluşturduğu meslek gruplarının kurdukları dernekleri dağıtmış ve faaliyetlerine engel olmuştur. Bir başka deyişle BAE’de içerde Arap Baharına yönelik mücadele daha çok İslamcı hareketler üzerinden yapılmıştır ve bu yaşananlar güvenlik konusunda BAE’nin ne kadar hassas olduğunu kanıtlar nitelikte olmuştur.
11Dinç,Cengiz, ‘’Birleşik Arap Emirlikleri 2011’’, Ortadoğu Yıllığı 2011, s.371-373

- Dördüncü olarak; bu bildiriye öncülük eden aktivistler; ülkede çok kısıtlı bir  muhalefet olduğunu ve siyasi değişimi sağlamaya muktedir olacak bir kitlenin olmadığını öne sürmekteydi.
Bu aktivistlere göre halkın büyük çoğunluğu, güzel ve standardı yüksek hayatlara ve işlere sahip  oldukları için,  hükümet şeklinin ne olduğu ve nasıl olması gerektiği ile pek fazla ilgilenmemekteydi. Bir başka deyişle, halk, herkesin içinde bulunduğu gemiyi batırmama, iyi giden düzene çomak sokmama şeklinde bir yaklaşımla olaylara yaklaşmaktadır. Aktivistlerden Sorbonne Üniversitesi’nin Abu Dabi kampüsünde öğretim üyesi olan Nasır bin Ğayt’a göre, rahat bir hayatın bedeli demokrasi eksikliği olmak zorunda değildi ve BAE’deki siyasal hayat daha demokratik bir forma dönüştürülmeliydi.
- Beşinci olarak; vatandaşlara yönelik kitle iletişim araçlarında otoriter yapının etkisi açık bir şekilde hissedilmektedir. BAE kanunlarına göre Ulusal Medya Konseyi, Başkan tarafından atanan üyelerden oluşmaktadır. Bu konseye  özel sektörün elinde olanlar da dahil olmak üzere tüm yayınlara lisans verme ve sansür uygulama yetkisi verilmiştir. Hükumet hakaret içeren  ifadelere ceza uygulanması ve rejimin ve liderlerin eleştirilmesine engel olmak amacıyla para ve  hapis cezalarını da kullanmaktadır.
- Altıncısı; 9.346.000 kişilik bir nüfusu olan BAE’nin %83,5’inin yabancı işçilerden oluştuğunu görmekteyiz. Nüfus yapısı dolayısıyla BAE’de yabancıların siyasi faaliyetlerine veya protestolarına izin verilmemesi de isyanların bu ülkede baş gösterip, yayılmasının önündeki engellerden biridir.
-Arap isyanlarının, monarşi rejiminin devamlılığı ve yönetim gücü bakımından ciddi bir soruna yol açmamasının bir diğer sebebi; BAE’de diğer körfez monarşilerine kıyasla görece demokratik bir yönetim sisteminin olmasıdır. Bir başka deyişle BAE’deki toplumsal sözleşme, bölgedeki diğer ülkelere kıyasla daha sağlam bir görünüm çizmektedir. Yönetimde nisbi bir halk temsiliyetinin olduğunu, halkın yönetimle iletişimini sağlayan bazı kanalların olduğunu ve yönetimde bir güç dengesi sağlandığını görmekteyiz Bu yaklaşım Dubai Emiri el-Maktum’un söyleminde de gözlemlenebilir. Yönetimde nisbi bir halk temsiliyetini sağlayan şey  devleti oluşturan yedi emirliği temsil eden 40 kişilik danışma organı Federal Yüksek Konsey’in, halk tarafından seçilmekte olmasıdır.
12 Dinç,Cengiz, ‘’Birleşik Arap Emirlikleri 2011’’, Ortadoğu Yıllığı 2011, s.373-376

Federasyonla yönetilen bu ülkenin yedi farklı emirlikten oluşması ve her bir emirliğin bir aile tarafından yönetilmesi ise ülkede bir güç dengesinin kurulmasını mümkün kılmıştır. Bunun dışında her bir emirlikte haftalık toplanan ve halkın taleplerini doğrudan Emire ulaştırabilmesini mümkün kılan birer halk meclisi olduğunu görmekteyiz.
Diğer Körfez monarşilerinde görülmeyen bu yapı emirlikleri, halka yakınlaştırmaktadır. Kendine has bu özelliklerinden yola çıkarak BAE ileri gelenleri kendilerine yöneltilen eleştirilere karşı bir savunma mekanizması olarak, ülkenin kendine özgü bir demokrasisi olduğunu ve  dışarıdan bir demokrasi anlayışının ülkeye empoze edilmesinin kabul edilemeyeceğini belirtmektedirler. Bazı uzmanlar da BAE’nin kendine özgü siyasi sistemini “bedeviokrasi” olarak nitelemişler ve bu siyasi sistemin belirli bir meşruluğa sahip olduğunu ileri sürmüşlerdir. Dolayısıyla, eleştiri yapılabilir ama “doğru” ve kültüre saygılı şekilde yapılması istenilmektedir. Dubai Emiri El Maktum CNN’e verdiği bir röportajda bu noktalara dikkat çekmiş ve  BAE’nin diğer Arap ülkelerine göre daha şeffaf olduğunu ve BAE’nin, bölgedeki diğer otoriter ülke ve diktatörlerle aynı kefeye konulmaması gerektiğini ileri sürmüştür.
Ülkedeki mevcut siyasal rejim, yönetim sistemi ve resmi kurumların işleyişi çalışmamın dış politika yapım sürecini etkileyen faktörler adlı ikinci kısmında daha detaylı bir şekilde analiz edilecektir.
- Küçük, birbirine ve yönetici ailelere akrabalık bağlarıyla bağlı bir vatandaşlık yapısının olması, halkda hükümetlerin diğer bazı bölge ülkelerinden farklı olarak acımasız olmadığı görüşünün hakim olması ve genel olarak bölgede siyasi aktivizm geleneğinin yer etmemiş olması, bu ülkede stabilitenin hakim olması ve halkın sağlam bir otoritenin altında yaşıyor olması Arap Baharı’nın BAE’yi büyük ölçüde teğet geçmesinin diğer sebepleri arasındadır.
- Bir sosyal ve politik gerçeklik olarak ‘Rentierism’ de Emirlik yöneticilerinin iktidarını meşrulaştıran faktörlerden biridir.




YÖNETİCİ SINIFLARIN SOSYAL KOMPOZİSYONUNUN DIŞ POLİTİKASI ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ
BAE’nin dış politikada statükocu bir tutum sergilemesinin nedenleri nelerdir? MENA bölgesindeki devletlerin dış politikada takip ettikleri temel çizgilere bakıldığında temelde revizyonist ve statükocu devletler olarak ikiye ayrıldıklarını görmekteyiz. Bu temel çizginin belirlenişini devletlerin oluşum süreçlerindeki sosyal temellerde aramak gerekir. Arap ülkelerindeki rejimler arasındaki temel tarihsel farka baktığımızda; bu ülkelerdeki yönetici sınıfların farklı niteliklerde olduklarını görürüz. Western-aligned monarşilerdeki yönetici sınıfların toplumda ayrıcalıklı bir konuma sahip olduklarını, dolayısıyla toplumdaki konumlarını korumaya yönelikstatükocu bir anlayışa sahip olduklarını görmekteyiz. Cumhuriyetlerde ise yönetici sınıfların daha çok halkla işbirliği yapan ve revizyonist bir yönelim benimseyen orta sınıflardan oluştuğunu görmekteyiz. Devletlerin sosyal kompozisyonlarındaki bu ayrım dış politika yönelimlerine de paralel bir biçimde statükocu ve revizyonist dış politika şeklinde yansımaktadır. Yani Orta Doğu’daki devletlerin dış politika çizgilerinin belirlenmesinde rejimlerdeki yönetici sınıfların nasıl ve kimlerden oluştuğu belirleyici bir rol oynamaktadır.
Dolayısıyla BAE’de yönetimde olan ailenin kökenlerine bakarak bugün takip ettiği statükocu dış politikayı daha iyi anlamlandırmamız mümkündür. (Christopher)19.yy’ın başlarında Birleşik Krallık ile barış anlaşmaları imzalayan şeyhlikler, 20.yy’a kada Birleşik Krallık’ın de facto sömürgeleri olarak kaldılar. Yaptıkları anlaşmalara göre Şeyhlikler Krallık’ın deniz ticaretine yönelik güvenliğini sağlarken, Krallık da Şeyhlikleri dışarıdan gelen tehditlere ve içerden gelen ayaklanmalara karşı koruma sözü vermişti. Krallığın hamiliği sayesinde bu yönetici aileler çeşitli zorluk ve tehditlere rağmen ayakta kalabilmişlerdir. Krallık ile bu işbirliği içine giren aileler bugün de yönetimde olan ailelerdir.
İkinci olarak devlet sınırları ile devletin kimliğinin uyum içinde olması da dış politika çizgisinin şekillenmesinde önemli bir faktördür. Çünkü rejimlerin meşruiyetinin sağlanması için devletin sınırları dahilindeki tüm kesimlerin ortak bir kimlik altında birleşebilmesi ve herkesin kendisini o devlete ait hissetmesi önemlidir.
13Davidson, Christopher M., Power and Politics in the Persian Gulf Monarchies, UK: Hurst Company London, 2011, s.11-16
14Hinnebusch,Raymond, Ehteshami, Anoushiravan, ‘The Foreign Policies of Middle East States’’, Lynne Rıenner, 2014, s.20-34
Kimlik sorunu yaşayan devletlerin revizyonist bir dış politika takip etmeye meğilli olduklarını görmekteyiz. Suriye ve Irak gibi sınırları sonradan çizilmiş yapay devletler bu duruma örnek olarak verilebilir. Devrimlerin olmaması dolayısıyla statüko yanlısı sınıfların yönetimde kalması da kuruluşundan bu yana BAE’nin dış politika çizgisinin aynı kalmasına neden olmuştur.
Sosyal kohezyonun sağlanamadığı, parçalanmış devletlerde zayıf bir devlet yapısı vardır ve Arap isyanları ile birlikte bu yapılar daha da zayıflamışdır. Suriye, Yemen , Irak ve Libya gibi ülkelerin bu kırılgan yapıları onları Arap isyanlarına karşı dayanıksız bir hale getirmiştir. Ayaklanmaların, isyanların ve iç savaşların ortaya çıktığı bu ülkelerin parçalanmış yapıları dolayısıyla uyumlu ve etkili bir dış politika geliştirmeleri beklenemez. Bu durum bu ülkeleri dış müdahalelere açık hale getirmiştir. İsyanları atlatabilmiş BAE gibi Arap monarşilerinin de bu ülkeler üzerindeki rekabete dahil olup aktif müdahalelerde bulunduğunu görmekteyiz.
DIŞ POLİTİKA KARAR ALMA SÜRECİNİN ÜÇ BİLEŞENİ ÇERÇEVESİNDE BAE’NİN DIŞ POLİTİKASININ ANALİZİ:
Dış politika rolü: Bir devletin dış politika rolü, o devletin kimliğini, komşularına, süper güçlere ve mevcut ululararası sisteme karşı yönelimini ifade etmektedir. Bir devletin kendisine komşu devletleri düşman veya dost olarak nitelendirmesi, büyük güçleri kendisine tehdit olarak algılaması veya hamisi olarak görmesi ve mevcut devlet sistemine karşı revizyonist veya statukocu bir tutum benimsemesi o devletin dış politika rolü ile ilgilidir. Devletlerin dış politika rolleri elitler tarafından diğer devletlerle ve kendi halkları ile etkileşim halinde olarak inşa edilir. Bu roller belirlenirken elitler ekonomik ihtiyaçlar, jeopolitik zorunluluklar, iç kamuoyu ve devlet kapasitesi gibi faktörlerin etkileri arasında bir denge kurmaya çalışırlar. Jeopolitik konumun dış politika rolünün belirlenmesinde önemli bir etkisi vardır. Elitler tarafından oluşturulan bu rol zamanla elitleri sınırlandıran meşruiyet standartlarını da beraberinde getirir. Ayrıca sonraki jenerasyonlardaki politika yapımcıların dış politika anlayışlarını da şekillendirir. Bu da değişen liderler ve değişen çevresel koşullara rağmen dış politika çizgisinde bir devamlılık sağlar. Genel bir eğilimi ifade etmekle beraber bu dış politika rolünün olaydan olaya farklı şekillerde yorumlanabildiğini de görmekteyiz. BAE’nin dış politika rolü resmi aynaklarda daha çok tarafsız olarak nitelense de bu ülkenin batılı ülkeler ve ABD ile güçlü ilişkileri ve ortak çıkarları olduğunu görmekteyiz.
15Hinnebusch,Raymond, Ehteshami, Anoushiravan, ‘The Foreign Policies of Middle East States’’, Lynne Rıenner, 2014, s.20-34
Mevcut sistemin korunmasından yana bir tavır aldığını ve kendi lehine sürmekte olan statükonun son dönemde sarsılmaya başlaması ile bu statükoyu devam ettirmek için aktivist bir politika takip etmeye başladığını görmekteyiz. Devletin oluşumu sürecine bakıldığında elitlerin dış politika rolünün belirlenmesindeki doğrudan etkisi görülecekdir. Jeopolitik olarak stratejik bir yerde bulunması uzun yıllar sömürge yönetimi altında kalmaya ve bağımsız olduktan sonra da batılı güçlerin etkisi altında kalmaya zorlamıştır. Dış politikalarını şekillendirirken de batılı süper güçlerin şekillendirdiği uluslararası sistemin bir parçası olarak hareket etmek durumunda kalmışlardır. Arap Baharı ile birlikte başlayan bölgesel dengelerdeki değişimler BAE’yi dış politika rolünü de yeniden tanımlamaya zorlamaktadır. Ancak bu kısa ve orta vadede gerçekleşebilecek bir değişim gibi görünmemektedir.
Dış politika kara alma sürecinde çıkarlar arasındaki güç dengesi:
Ortadoğu’daki otoriter cumhuriyet rejimlerinden farklı olarak Arap monarşilerinde uzun süredir iktidarda olan yönetici ailelerin dış politika yapım sürecinde resmi olmayan danışma grupları oluşturduklarını görmekteyiz. Dolayısıyla kararlar daha çok konsensüs yolu ile alınmaya eğilimlidir ve karar alma sürecinde daha tedbirli ve statükocu bir eğilim gözlemlenir. Liderlerin dominant olduğu otoriter cumhuriyetlerde ise dış politikada daha riskli ve revizyonist kararların alındığını görebiliriz. Nasır’ın Süveyş kanalını millileştirmesi ve Saddam’ın Kuveyt’i işgali bu duruma örnek olarak gösterilebilir.
Şeyh Zayed döneminde(1918-2004) BAE’de inşa edilen siyasi sisteme baktığımızda devlet işlerini koordine etmek ve tek bir dışı politika dizayn etmek için yerel otonomilerle federal hükumetin kombine edildiğini görmekteyiz. Bu güç paylaşımında Abu Dhabi ve Dubai’nin büyüklükleri ve zenginlikleri dolayısıyla avantajlı bir durumda olduklarını dolayısıyla bu emirliklerin liderlerinin dış politika yapım sürecinde çok daha fazla etkili olduklarını görmekteyiz. BAE yedi emirlikten oluşan bir federasyon olmasına rağmen dış politika yapımının büyük oranda başkanın denetiminde olduğunu görmekteyiz.
16Hinnebusch,Raymond, Ehteshami, Anoushiravan, ‘The Foreign Policies of Middle East States’’, Lynne Rıenner, 2014, s.20-34

Birleşik Arap Emirlikleri'nde emirliklerin iç işlerinde bağımsızken  dış işleri konusunda Birleşik Arap Emirlikleri'ne bağlı olduklarını görmekteyiz. Diğer emirlere danışmakla birlikte son söz hakkı başkandadır. (William)
Liderlerin dış politika yapımı üzerindeki etkisi:BAE’de lider değişimlerinin dış politika anlayışında köklü değişimlere yol açmadığını görmekteyiz. Çünkü 1971’den beri ülke aynı aile tarafından yönetilmekte ve devrim gibi ülkenin ideolojisini kökten değiştirecek bir dönüm noktası olmamıştır. BAE’de liderlerin karizma, saygınlık ve beceriklilik gibi kişisel özelliklerinin önemli olduğunu görmekteyiz. BAE’de Şeyh Zayed zorlu zamanlarda ulusu yöneten ve yönelendirebilen karizmatik bir figür olarak görülmektedir. Onun meşruiyeti bugün 2004’den beri başkan olan Şeyh  Khalifa bin Zayed Al Nahyan tarafından da sürdürülmektedir. Dış politikada son sözü başkanın söylediğini görmekteyiz.(Davidson)
Public Opinion:Körfez ülkelerinde genel olarak dış politika yapım sürecinde kamuoyunun etkisinin oldukça sınırı ve dolaylı olduğunu görmekteyiz. Arap Baharı ile birlikte başlayan demokratikleşme akımının körfezdeki liderleri dış politika yapımında halkın taleplerini daha çok dikkate almaya zorlamıştır.
DİĞER YEREL FAKTÖRLER
- BAE’nin 1971 den beri serbest ekonomik anlayışa dayanan ve toleranslı modern bir devlet olmak için ettiği mücadele ile kendisini bölgesel ve küresel meselelerde aktif bir aktör haline getirmişir.
- Son yıllarda artan aktivizmini ve sert güç unsurlarını aktif bir biçimde kullanmasını kendi ülkesinin refah ve gelişmişliğine katkısı olduğunu savunanlar da vardır. Arap Baharı ile birlikte başlayan süreçde Orta Doğu siyasi, ekonomik ve sosyal değişimlerin altına girmeye başlamıştır. Böyle bir ortamda küçük ve henüz yeni, gelişmekte olan ve bölgesel/küresel bir aktör olarak ortaya çıkmaya çalışan bir ülke olarak nitelendirebileceğimiz BAE yerel, bölgesel ve küresel zorluklarla mücadele ederken; siyasi, ekonomik ve sosyal gelişimini önceleyen ve bu gelişime katkı sağlayan kararlar almak zorundadır. Bu yönüyle mevcut sisteme meydan okumak yerine sistemle barışık ve statükodan yana bir tutum sergilemek BAE için sadece bir tercih değil aynı zamanda bir zorunlulukdur. Karşılaştığı bölgesel ve küresel zorluklara karşı uluslararası örgütlerde aktif yer alarak ve özellikle büyük devletlerle iyi ilişkiler geliştirip onların güvenlik şemsiye altına girerek mücadele etmektedir.
Aktivist bir politika takip etmesinin sebeplerinden birinin BAE’nin Arap Baharı ile birlikte başlayan ve bölgedeki statik durumu Körfez ülkelerinin aleyhine değiştiren bu süreçden faydalanmaya ve kendi lehine çevirmeye çalıştığı tezi öne sürülmektedir. Arap Baharı’nın BAE açısından sonuçlarına baktığımızda bu tezlerin haklılık payının olduğunu görürüz. Çünkü isyanlarla birlikte yabancı yatırımların, turizm gelirlerinin vs.istikrarsı ülkelerden BAE’ye kaydığını görmekteyiz. İkincisi, bölge genelinde başlayan sosyal dönüşümün ve monarşilerin statukoyu korumak için zor araçlarını kullanmalarının monarşi rejimlerinin çöküşüne yol açacağına yönelik beklentilere rağmen, BAE’nin modernizasyonundan önceki halinden daha stabil hale geldiği öne sürülmektedir.



















17al-Suwaidi, Abdulla, ‘’The United Arab Emirat es at 40: A Balance Sheet’’, Middle East Policy, Vol. XVIII, No. 4, Winter 2011, s.44-48


KAYNAKÇA
1)http://www.uaeinteract.com/government/foreign_policy.asp
3)http://mofa.gov.ae/EN/TheMinistry/Pages/UAE-Foreign-Policy.aspx
4)Davidson, Christopher M., Power and Politics in the Persian Gulf Monarchies, UK: Hurst Company London, 2011
5)Erboğa, Abdullah, ‘Arap Baharı Sonrası Körfez Güvenliği ve Savunmacı Aktivizm’’, SETA Analiz, Sayı:154, Mart 2016,
6)Ataman, Muhittin, Demir, Gülşah, Neslihan, ‘’Körfez Ülkelerinin Ortadoğu Politikası ve Arap Baharı’na Bakışları’’, SETA Analiz, s:52, Ekim 2012
7)Hinnebusch,Raymond, Ehteshami, Anoushiravan, ‘The Foreign Policies of Middle East States’’, Lynne Rıenner, 2014
8)Dinç,Cengiz, ‘’Birleşik Arap Emirlikleri 2011’’, Ortadoğu Yıllığı 2011
9)Al-Suwaidi, Abdulla, ‘’The United Arab Emirat es at 40: A Balance Sheet’’, Middle East Policy, Vol. XVIII, No. 4, Winter 2011
10)Davidson, C. M. 'The United Arab Emirates : a study in survival.', Boulder, Colorado: Lynne Rienner, 2005
11)Rugh, William A., ‘’ Foreign Policy of the United Arab Emirates, Middle East Journal’’, Vol. 50, No. 1 (Winter, 1996), pp. 57-70
12)Heard-Bey, Frauke,’’The United Arab Emirates: Statehood and Nation-Building in a Traditional Society’’, Middle East Journal, Vol. 59, No. 3, Democratization and Civil Society,  pp. 357-375
13) F. Gregory Gause ,’’Why Middle East Studies Missed the Arab Spring: The Myth of Authoritarian Stability’’, Foreign Affairs, Vol. 90, No. 4 (JULY/AUGUST 2011), pp. 81-84, 85-90
14) Guzansky,Yoel, ‘’Immortal Monarchies? Saudi Arabia, the Gulf States, and the Arab Spring ‘’, Strategic Assessment ,Volume 17, No. 2 , July 2014
15) Mary Ann Tétreault, ‘’The Winter of the Arab Spring in the Gulf Monarchies, Globalizations’’, 8:5, 629-637




1 yorum:

  1. Iyi haber: Saglikli misiniz ve böbrekinizi satma firsati buluyor musunuz, burada sans ve miktar verici basina 450.000 $ 'dur (killionkidneyhospital@gmail.com)
    Killion Hastanesi Böbrek Enstitüsü (KHKI), Rash Behari Caddesi, Kolkata, böbrek bakimi için en iyi tibbi merkezdir. Su anda gerçek böbrek bagislari ariyoruz. Gerçek bagisçilar lütfen hastanenin hastane doktoruyla iletisime geçmelidir. E-posta: killionkidneyhospital@gmail.com veya +19292009234 numarali telefonu arayin

    YanıtlaSil